Bekir Yalçınkaya Resmi Web Sitesi
  Filistin Şiir ve Yazıları
 



     FİLİSTİN ŞİİRLERİ ve MAKALELER



REZİLLERİN RÜYASI

 

Endülüs’ü, Mostar’ı ve Bosna’yı unuttun

Kendini Filistin’in seyiriyle avuttun

Batı’da Batı varsa senin Ortadoğu’n var

     Nerde Mü’min, Hakk! dese üstüne kurşun yağar

     Ramallah’ta kasaplık et gibi parçalanır

     Küfrün mezarlarına leş gibi bohçalanır

Ya Müslüman vurulsa? Şehid olurdu adı

Sen idin o.. ve sende duyulurdu feryadı

Hani Şarlken bile sığınırdı ceddine

     Ne oldu da başvurdun bu mirasın reddine

     Fırat’ından terörist diyarları beslenir

     Hasmın Öcalanları yurdum diye seslenir

Şırnak’tan Tunceli’ye menfur harita çizer

Claudia Roth’ların gönlünde ‘Yurdum’ gezer

Rum, Ermeni, Frenkce birden kalkar ayağa

     Zalim, zulmün mührünü vurur bir asrî çağa

     Mora, Keşmir, Somali ardından Afganistan

     Olur Gül bitmez, şeyda Bülbül ötmez kabristan

Altın kuyruklu yıldız Yıldız’ını söndürür

Burası Nur Ülkesi demez, çöle döndürür

Görevi Çerneyaf’ın dediğini üstlenmek

     Bu Kızılyıldız Paşa ne dedi; “Türk’ü yenmek

     Ne kadar hatırası varsa yıkmaktan geçer

     Moon’larla Tevhidi’ne karşı çıkmaktan geçer.”

İşte bunun sızısı Irak’lardaki sızı

Tepiyorsun yoksulu, besliyorsun hırsızı

Güzelce okşuyorsun masum, zavallı kızı

     Bu okşayış odayı ve modayı doğuran

     Moda namıyla münbit rezaleti yoğuran

     Sonra bütün ülkende bir zelzele başlatan

Bu okşayış yavruna köprü altı kışlatan

Bu okşayış halkını falçatayla soyan EL

Bu okşayış yetimden çalıp çırpıp doyan EL

     Budur Çeçenistan’ı sana seyrettiren, bu!

     Budur Seni AB’ye mecbur meylettiren, bu!

     Halbuki senin ceddin üç Kıta’ya memurdu

Neden gözde bakışın kalbte akışın durdu

Sen durdukça küfürün dört ayağı kudurdu

Çiftesini savurdu Dorya’nın denizinden

     Bir bak kimler gidiyor bu çiftenin izinden

     Yeşil Kıbrıs’a doğru, arka verip Yunan’a

      Gaye; “Enosis doysun Türk’ten akacak kana!”

Bu küfür dinmez asla, dinmez UMYÜN sonuna

Dost görünür ardından girer ŞEYTAN donuna

Ezelden beri böyle KÜFÜR’ün vaziyeti

     Senin her asrındaysa ALLAH (cc), MUHAMMED (Sav), BEDİR

     Kalb ile içindedir, Aşk ile fikrindedir

     Merhametin sonsuz ki İSLÂM’ın meziyeti

TEVEKKÜL; artık yeter, SABIR; küpünü doldur

Her yol zulme mi çıkar, YARAB bu nasıl yoldur?

Her yanan yurd İSÂM’ın yanıp yakılacak da

     Gafilin gözlerine HAÇ mıhı çakılacak da

     Öyle mi uyanacak ORTADOĞU dünyası?

     YARAB! Uyandır, bitsin REZİLLERİN RÜYASI..

 

KARA KAYA’DAN CEVAB VER HASAN’IM

         -Hasan Karakaya’ya..

 

De bana, cahilim aklım ermiyor

AB soyu kime çeker Hasan’ım

Bu gem bu hayvana düzen vermiyor

Seyis Sakar, AT da seker Hasan’ım

   

Bosna Hersek gelip geçen meselem

Kıbrıs yüzülen yüzüme köselem

Nasıl vurulur ağzıma Küffar gem

Beyim de maşallah takar Hasan’ım

 

İncirlik’e gelip oturan Salib

Zûl dişini döşe batıran Salib

Siyonist’e yardım getiren Salib

Aramıza nifak sokar Hasan’ım

 

Şer, Ümmed’in boğazını sıkarken

Filistin’i baştan başa yakarken

Elde balıklar kavağa çıkarken

Bizde balık baştan kokar Hasan’ım

 

Keşmir, Mora, Sudan kuzuya döner

Yaser’in mum ışığı bile söner

Telaviv’de Havra, Balat’ta Fener

Beş bin mumu birden yakar Hasan’ım

 

Firavun’a Musa’yı büyüttü Nil

Zulme karşı estirdi efil efil

Kızıldeniz Buş Toni’ye gam değil

Bende Fırat kanlı akar Hasan’ım

 

Fatihleşen Ulema ceddim varsa

Oğlum mühendisse, kızım mimarsa

Maneviyat zeminindeyse arsa

Niçin binalarım çöker Hasan’ım?

   

  KAYIP ÜLKE FİLİSTİN
Ta.. Bizans'tan beri mi var bu dâvâ?

Hayır.. çok önceye gitmemiz lâzım

Kerkük de bizimdi.. verdik bedava

Ya Kudüs.? Hibe mi etmemiz lâzım?

 

Engenokon'dan çıkışın vaktidir

Bu vakit, Türk'lüğün şeref aktidir

Ha Filistin, ha Türkistan hepsi bir

Mazlum olan yere yetmemiz lâzım

 

İsrail'in taşa yettiği gibi

Ramzi'lere füze attığı gibi

Alçakca yaptığı aynı tahribi

Yapıp, bu Hayvan'ı gütmemiz lâzım

 

BOP'un Plânı'yla çekildi silâh

Kâr etmez İslâm'ın her çektiği ah

Malazgirt'ce doğsun Tekbir'li Sabah

Küfrü toz-dumana katmamız lâzım

 

Yok Arab'tan medet, yok Haçlı'dan vay

Gerilsin Oğuz'un elinden bir Yay

Türk'üz, Mohaç kolay, Irak çok kolay

Önce bir sipere yatmamız lâzım

 

Ya kurşun silecek yürek pasını

Ya kin dolduracak hep kan tasını

Ya da Şehid Abbas'ların yasını

-Hüda'nın Aşkına- tutmamız lâzım

 

Ne ABD dürüst, ne de AB dost

Anla ey başım! bu post kavgası, post!

Haçlı isen gel geç, İslâm'san durr! Hösst!

Asıl bu mantığı tartmamız lâzım

 
An, sağır Dünya'nın duymadığı an

Daha, durmaz, yanar canlar, akar kan

Çift Başlı Vampir'i Ortadoğu'dan

Yavuz gibi, varıp atmamız lâzım

 

Bedenleri Çarmıh'ına asıyor

Kan döküyor, kan içiyor, kusuyor

Fetva makamları nasıl susuyor

Bu kan bizim nasıl yutmamız lâzım

 

Öç olur da, öç böyle mi öç olur?

O yurd bizim nasıl büyük göç olur?

Yarın tarih yazar Türk'e suç olur

Artık Hilâl kaşı çatmamız lâzım

 

İhanet ettiler Cedde, doğrudur

Demem.. "İhanetin bedeli budur"

Demem.. "Musul-Kerkük bundan vurulur"

Desek.. diyen gibi batmamız lâzım

 

İslâm'dan olup kulak asmayana

Kükreyip Siyonizm'i sarsmayana

Yorgan altında erkeklik taslayana

Nenem Hatun, Kara Fatma'mız lâzım



ACİZLİK SİTEMİ


Bir İt diş gösterdiyse bir adamı

Kapar.. kaptıranı aciz olursa

Bir puşt Antilye'den gelip Saddam'ı

Teper.. teptireni aciz olursa

 

Deccal Lod'a çoktan inmiş meğerse

Yıksın insanlığı küfre değerse

Baş Şeytanı İsrail'i ne derse

Yapar.. yaptıranı aciz olursa

 

Bu, kâfir Dolar'la oynanan kumar

Oynatır âlemi vurunca şamar

Bir damla petrole kan damar damar

Akar.. aktıranı aciz olursa

 

Uyrukta ne yazar? TC uyruğu

Bu TC'ye nedir puştun buyruğu

Kopar mı dananın kalın kuyruğu?

Kopar.. kopturanı aciz olursa

 

Ne değişir desek; "Savaşa hayır"

Yunus'la yürüsek kır, ova, bayır

Irak'tan Irağı hep cayır cayır

Yakar.. yaktıranı aciz olursa

 

Türkmen'i sindirir Türk'ü durdurur

Kürt kardeşe iki devlet kurdurur

Müslüman'ı Müslüman'a vurdurur

Bakar.. baktıranı aciz olursa

 Erdoğan'dan Davos Dersi
    Davos; iç manâ ve ruh tarifiyle Haçlı Kıskacı.. Ortada yer alan TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sağındaki isim; kendinden olmayan ve Filistin’i kana bulayan İsrail karşısında sessiz kalamayıp tepkilerini dile getiren bir ülke Başbakanı’na, terör estiren dalkavuk moderetör, solundaki ise Filistin Soykırımı’nın müsebbibi ve Gurion, Rabin, Şaron, Zeevi, Begin, Halevi ve Raziel’den müteşekkil katliam ehillerinin 8.si Şimon Peres.. Davos; iç mana ve ruh tarifiyle Haçlı Kıskacı olduğu kadar, dış şekli itibariyle de katledilen onca insanlığa rağmen halâ utanmadan konuşabilen ve kendini yalan-dolandan mamûl gerekçeler arkasına sığdırabilenlerin madrabazık yuvası..
   

  Filistin’in yutulmasına göz yuman Davos ruhu, karşılarında adalet timsali Osmanlı’nın bir torununu, mazlumları savunur bulunca adeta çılgına döndüler. Bu alzheimer buhranına kapılmış ve zalimi masum bulan beyinlerin hükmetmeye çalıştığı sağ tarafın eli, zalimlerin mihmandarı sol tarafın dili, el ele verip Osmanlı Torunu’nu susturmaya çalıştılar. Zira böyle bir suskunluk; biliyorlardı ki, vahşetlerinin üstünü örtecek ve kendilerini pısırık ve vicdansız öteki Dünya milletlerine güç gösterisi olarak yansıtacak..

   Öyle olmadı. Basiretli ve yürekli bir adam.. Ki O’ Adam; asil bir ecdadın şerefli, şerefli olduğu kadar da insaf ehli bir nesli olması hasebiyle, nasıl ki 1492’de Endülüs mazlumu Yahudiler’i dedesi II. Bayezid-i Veli Hazretleri korumuş ve Endülüs mezaliminden kurtarmış ise, işte aynen öyle, bu tarihte zalimliğin zulmünü tadmış olanların neslinden İsrailliler’in Filistin katliamlarına karşı, öyle çare olmaya çalıştı.

   Ama, geçmişini unutan, Haham’ları vasıtasıyla Arz-ı Mevud gayesi adına yenilenmiş ve içindeki ‘Öldürmeyeceksin!’ ilâhi emrini ‘Öldüreceksin, sütünü sağacaksın’ berbatlığına tevil eden Tevrad’ı okuyanlar, bu vicdani harekete şiddetle karşı çıktılar.. Vahşetlerine kılıf aradılar. Sağdan ve soldan, tıpkı Gazze’ye saldırdıkları gibi, O’ yüce Türk Milleti’nin Başbakanı’na, ‘vicdanı sızlıyor, içi yanıyor, bu akıl almaz insanlık dışı yağma, talan ve katliama baş kaldırıyor’ diye, hafakanlara garkoldular.

   Zannettiler ki, karşılarında istedikleri zaman taarruza kalkıp, maddi-mânevi zarar verdikleri bir Filistin Devlet Adamı var.. Asacaklar, kesecekler.. Sudan bahanelerle, sitemlerinden, hiddetlerinden, şiddetlerinden kendilerine haklılık payı çıkaracaklar. Halbuki haklılık ve doğru olan işte şu; “Sesim senden daha yüksek çıkar” diyen Başbakan Erdoğan’ın; “Sayın Peres benden yaşlısın. Sesin çok yüksek çıkıyor. Bu suçluluk psikolojisi” demesinde. Yine, “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları öldürdünüz” diyerek öfkelenen Erdoğan’ın; “Tankların üzerinde Filistin’e girdiğimde kendimi mutlu hissediyorum diyen başbakanlarınız vardı. Bu zulümleri alkışlayanları da ayıplıyorum”  tepkisinde. Adeta emredercesine; “Tevrat 6. Maddesi’nde der ki öldürmeyeceksin. Burada öldürme var” deyip kitablarını tekrar okumalarını işaret etmesinde..Ve kendi içlerinden Avi Şalom’un da, Guardion’da ne söylediğini şöyle hatırlatmasında: “İsrail haydut devlet hâline gelmiştir.”  

   Evet.. Haydut Devlet hâline gelmiş bir İsrail’in Haydut Devlet Başkanı’na verilmesi gereken bir ders vardı. Davos; iç ve dış ruh haliyle devrin baş kasabına ‘dur, yeter artık akıttığın kan’ demeye mecbur iken, O’nu savunmaya durdu. Tarih, yarım asrı geçen bu zalimane gidişe rağmen utanmayı beceremedi. Ama tarih ve siyasi bilimi Şimon Peres’i Recep Tayyip Erdoğan’ın emriyle katil, zalim ve bunak olarak yazdı.

  Davos; bilinmeli ki insanlık suçu işleyenlere arka çıkmakla insanlık üstü bir suça da imza atmış bulunuyor.

   Kâhyalarının azarından kâr uman Zalim Peres, sonunda o mağrurluğunu terk etmeyi ve pabucun pahalı olduğunu anlayarak özür dilemeyi yeğlese de, Erdoğan’ın peşi sıra oturumu terk edecek zannettiğimiz Amr Bin Musa’nın bir el işaretiyle tekrar Haçlı Müttefikler arasına oturması, gösteriyor ki, İslam Âlemi’nin asla birliği olamayacak.

 Ama, milli birliğini ve dünyevi vicdanını her zaman muhafaza eden, her türlü zalimliği anında başkaldıran bir milletin, Atatürk Havaalanı’na inerek Başbakanları Recep Tayyip Erdoğan’ın karşılarken Dünya’ya verdikleri mesaj bir değil bin Amr’a bedeldir.

  Recep Tayyip Erdoğan, Davos denilen rezil mekândan şerefini ve adil hükümlülüğünü göstererek ayrılırken, Peres özür mecrasının içine düştü. İsrail, Peres’in nezdinde ne oldu? Bu hususu bakınız gecenin ikisi’nde Al Arabia Nevs Channel Temsilcisi Daniel Abdulfettah nasıl heyecanla nasıl tarif ediyor; “Erdoğan; Peres’e Osmanlı tokatı attı. Başbakan Erdoğan iyi bir zamanlama yaptı. İsrail şimdi Başbakan’a yalvaracak. Şimon Peres’e sert çıkışı, Peres’in Türkiye’ye bir jest yapmasını sağlayacak. ..Ve Recep Tayyip Erdoğan, bütün İslâm Âlemi’ni arkasına almış bir Başbakan’dır.”

   Evet.. Bu çıkış; vicdani muhakemenin adi bir aleme patlayışıdır, Bu öfke; zalimlerin mazlumlar üzerine bomba yağdırışına, çocukların anne ve babalarıyla enkazlara gömülüşüne karşı verilmiş bir derstir. Bu terk; lanetli bir üçgenin arasından Filistin mazlumlarının yüreğine su serperek, İslâm Âlemi’nin kafasına tokmak indirerek asaletli ve yürekli bir çıkıştır.

    Evet.. Sevgililer sevgilisi Başbakan’ım.. Senin bu asil ve dik duruşunu yürekten kutluyorum.. Hayli zamandır uykuda kalan Osmanlı Torunluğu’nun böylesine uyanışı, bundan sonraki zulüm ve zalimliklerin korkulu rüyası olmasına sebeb olur inşallah..

 
FİLİSTİN’İ GÖREMEYEN REZİLET AYDINLIĞI
   Aslında gündem Filistin olmalıydı.. Sultan II. Abdülhamid’in topraklarından toprak verip İsrail’in o bölgeye yerleştirildiği iddia edilen sahte bir vakıanın gündemi ele alınmalıydı. Ama Vakit’te yayınlanan yazımızı sadece ‘Vay Ermeni Özürcüleri Vay’ başlığından okuma feraseti gösteren yerel basıncı arkadaşlarımdan, özellikle içlerinde bulunan  Turizm eski Bakanı Müşavirleri bir meslekdaş ile bir emekli tarih öğretmenimiz dediler ki; “Bekir Bey, peşin hükümlüsünüz.. Hiçbir tebaaya dair müsbet gelişmelere tahammülünüz yok.”

  Ve yine dediler ki; “Ermeniler’i bu vatandan kovmuşuz. Vatansız bırakmışız.. Siz halâ aydınlarımızın bir özürüne tahammül edemiyorsunuz.”
  Pek tabii gerekçelerimizi Vakit’te yayınlanan makalenin de dışında; İstanbul’da Ispartalı olduğumuz için bir Ermeni Kilisesi”ne sokulmayışımızdan, Ankara Yenikent’teki tek Ermeni ailesinden Kevork Balaban’ın bir röportajımız sonrası bizi mahkemeye verme hâdisesine kadar bir hayli konuyu naklettikçe, afaki hâle sıkışıp kalan iki muhatabımızın ufkunda biraz el insaf ışıkları tezahür etmeye başladı. Osmanlı tebaalığına yakışır bir biçimde davranan ve bu vatanı seven Ermeni vatandaşlarımız zaten bu özrün içinde değiller ki. Kevork dahil bir çoğu da Tehcir’e hak veriyorlar ve ‘hatalıydık’ diyorlar.
  Bu itibarla biz, adaletine, diğer milletlerinin hayalinin bile erişemeyeceği bir ecdadın evlâdıyız. Girdiğimiz hiçbir ülkede kadınları kazığa çakmadık ki. Çocuk ve yaşlılara asla esir muamelesi etmedik  ki. Vicdanını Hakk’ın Kur’an’ı ve Peygamberi Hz. Muhammed’e risaleti manâsında yücelttik.
  Onlara dediğim şu; “siz de o Aydın bildiğiniz tabaka gibi, ‘cezayı ceza ile tarif’ ediyorsunuz. Bu cezanın suçu nerede.. Bir tebaa sizi arkadan vuracak, İngiliz, Fransız veya Rus ile işbirlikçi olacak. Siz de “buyur zulmü mukadderim” diyerek seyre duracaksınız..”
   Canından can yakmayanlar, ırzından ırz kaybetmeyenler, toprağının üstünde yaşayan insanıyla esarete düşeceği korkusu yaşamayanlar; ne dünkü Fransız Cezayir’ini ve Ömer Muhtar’ın ülkesi Libya’yı, ne bugünkü melûl mahzun Irak ile utanç verici bir kıyıma uğrayan Filistin’i anlayamazlar. 1915’leri konuşan bir Aaa..ydın”lık, niçin bugünkü intifadada mağduru ve mazlumu, Siyonist zulmüyle inim inim inleyenleri göremez.. Bugünkü vahşet manzarasını insaf penceresinden seyreden hiçbir gözün yaşını akıtmaması, hiçbir vicdanın yürek ızdırabını çekmemesi mümkün mü? Hani, nerede o gözyaşı ve o Müslüman kardeşine yanacak yakılacak yürek Aydın’lığı?
    Türkiye; Vahşet Batısı ile Mazlumiyet Doğusu arasında, zaman zaman denge teşekkül ettiren bir ülke.. Elde silâh, mücahidler safında yer almasa da, bir söz sarfedişi, bir yardım malzemesi gönderişi ve bir sulha önderlikte bulunuşu dahi Osmanlı ruhunu hatırlatan, ekseriyetle de dikkate alınan bir ülke., amma üzerindeki sinsi oyunlar ile bu gücüne ısrarla darbe vurulmak isteniyor. İzm’li ülkelerin başında gelen Rusya kadar vicdanını çalıştıramayan bu ABD’nin, vahşetin sebebi olarak Hamas’ı işaret etmesi, adeta eliyle ve diliyle İsrail’e cesaret aşılaması, zulme ortaklığını gösterir. Yani bir; Amerika zulmün payidarıdır. İki; başta uyuyan Arab Âlemi ve sonda görülen Müslüman İttifaksızlığı da bölgede at oynatan İsrail’in gladyatör alkışçılığıdır.
  Yazık ki ne yazık.. Ya Noel aldatmacasıyla vicdanları karartan Yılbaşı öncesinde, ya da Ramazan- Şerif ve Kurban Bayramları’nın uhdesinde nefsi ve küfrün elinde İsmail’ce bıçağa boyun büküşü yaşamaya mecbur edilen Filistinli kardeşlerimi seyreden Dünya utanmalı..
   Ey Rabb! Bu imtihanın daha ne kadar sürecek.. Başları bedenden ayırış, kolları omuzlardan koparış.. Ana yüreklerinin parçalanışı, masum yuvaların bomba bomba dağılışı ve yerin dibine batışı.. Ne kadar sürecek daha.. Ne zaman Kızıldeniz’in açılacak ve kapanacak da Firavun milleti helâk olacak? Ne gün, tokmağı Nemrudî başlara indirmeye sebeb bir cılız sineğin doğumu gerçekleşecek..
  Bu hiddetimiz, sana değil Ya Rab.! Yok mu bir Kahr’ın zalimlere ve seyreden korkaklara! Senden bir Kahr bekliyoruz


 
  
 
 
 
VAYY! SİZİ GİDİ ERMENİ CAMBAZLARI VAYY!
                 
     İçlerinde bir-iki Erguvani, bir Ateist, bir İP’ci, bir THKP-C’ci, dirisi manâ ve mefhum vermez  bir Sağ’lıklı yazar ve.. vs. pozisyonludan birkaç insan var. Hepimize, “Türkler de Bizans’ın çocukları” diyen Chirack’ın ardından ortaya çıkan “Hepimiz bir Hrant Dink’iz”ci fikriyatına üçüncü sacayağı olmaya temayüllü bu gurup güya; “1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı ‘Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum” cümlelerinin altına imza çakıyorlar.
   Bu bir Timsah’ın insanlığı kemirip kemirip oh beee.. dedikten sonra ve şişkin midesinin zorlamasıyla yeni avlarına gerinmeden önce sahte gözyaşı akıtma âdabıdır.
  Önce şu safsata tesbite bir bakalım; 1915’te Ermenilerin maruz kaldığı Büyük Felaket ne? Başı; asırlarca tebaa oldukları Osmanlı’yı Kuzeyde Rus, Güneyde Fransız ile işbirliği yaparak arkadan vurma, gelinini, kızını kızanını -tıpkı Hacalı’da küçük çocukların başını keserek top oynayan yeni nesilleri gibi- iğfal ve sanki itlaf ederek arkadan vurmak! Sonu; Osmanlı’nın tedbiri gereği tedbir ve tehlikenin telefi için de Tehcir.. Halbuki Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda 22 Bakan’ıyla 33 Milletvekili’ne, Osmanlı Dönemi’nde ise 29 Paşa’sına paye verilen Ermeniler’di. Ve bu Ermeniler’di Türkler için; “Türk’ün itimad ve tercihini bir kere dahi kazanacak olursan kâfidir. O sana bütün varlığıyla bağlanır, çünkü takdir kuvveti onda mevcuttur” diyenler.
   Bu hususu tarih kaç kere daha yazacak? Osmanlı’nın Tehcir’e mecburiyetini, buna Ermeni Tebaası’nın sebeb olduğunu; Diaspora’ya maruz ve mahkumluğun bir ihanet sonrası ortaya çıkan sıkıntı ve bir ihanetten husule geldiğini bu ruh ve fikir ahrazları ne zaman anlayacaklar?
   Bugün aynı ihanet, bütün o katliamlara kulak tıkıyor, göz yumuyor; kör ve sağırları oynuyor, Ermeniler’e de yaltaklık ediyor. Peki kim bunlar? Hangi sıfatlarıyla, kimin adına ve hangi sebeble Ermeniler”den özür dilemeye kalkışıyorlar.? Fikirde, inançta, siyasette ve misyonda bir ve beraber olmayan, birbirlerine zıt birkaç kişi, ne 70 milyon halkın ecdadına kara çalabilirler, ne de ikballerini ellerinden alabilirler..
  Bu özür dileme fikri; Bize adeta Hıristiyan’ın Uşakları yaftasını vurmaya çalışan Fransız’ın iddia ettiği Soykırım meselesini daha da ateşlemez mi? Her fırsatta pankartları ellerine alıp sokaklara dökülen ABD’li Ermeni lobicilerine cesaret aşılamaz mı? Bu özür; ırzına geçilen, boynu kopartılan Elaziz, Kars, Erzurumlu ve dahi öteki il, ilçe halklarına yapılan en büyük ihanet değil midir?
   Siz; bir avuç insan, bir özür dileme adaletini dillendirmeye çalışıyor iseniz, önce kazığa vurulan ve ateşte kızartılan Türk ecdattan sonra, Hacalılı çocuğun kopartılacak kafasına kumar oynanan şu sahneyi duydunuz mu; “-Akçik, manç?. (Kız mı, oğlan mı?)
-Akçik.. (Kız) Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkardı. Bu işi daha önce defalarca yaptığı her hâlinden belli oluyordu. Tecrübeliydi.. Genç annenin dizleri oynadı ve başı yana düştü. Sesi çıkmamıştı..
   Her iki Ermeni, bebeğin cinsiyetini inceliyordu ki, nihayet uzun boylu olanı kanlı gözlerini üzüntüyle kırparak konuştu: 
-Tun şahetsar, ınger... (Sen kazandın, yoldaş)
-Yes şahetsa payts ays bubrikı inç bes bidi giş dana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)
-Mayrigı bedge gişdatsine. (Annesi besleyecek elbette!) Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı: -Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver!) Bütün bu olmazların olduğu dakikalarda Hocalı Meydanı’nın diğer tarafında tek kale bir futbol maçı hazırlığı vardı. Oyuncular iki kesik kadın başını kale direği yapmışlar ve bu arada bir top arayışına girmişlerdi. Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
-Asiga maz çuni yev bızdıge, aveg gındımada bidi. Gıdıresek.. (Bu hem saçsız, hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın!” denile denile top gibi tepilen sabilerden, Ermeni askerlerinin kasaturalarıyla delik deşik edilen hamile bir anneden; karnındaki masum, henüz doğmaya durmuş ve bir olmasına imkân verilmemiş bebeğinden özür dileyin..
  Hacali katliamını göremeyen, Doğu’daki Rus işgâlinin işbirlikçi Türk tebaalı Ermenileri’ni tanıyamayan, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Adana Milletvekili namıyla yer aldığı halde tabiiyetine hain ve İngiliz’e ajan Hamparsum Boyacıyan’ı okuyamayan veya okuduğunu anlayamayan, ASALA’nın katlettiği ataşe, bürokrat ve hizmetli Türk Vatandaşları’nı dikkate alamayan bu birkaç adamın özürlü özrü, ne adil bir davranış ve insaflı bir tavırdır, ne de bze mahsus özürdür. Saçmalık!
  İçinde kendine mahsus müthiş acıları barındıran tarihini ters yüz etmeye çalışan böyle bir nesil olur mu? Ne Hacalı, ne de Anadolu katliamlarından zevk duyar gibi, karar alabilen, daha düne kadar, nice ataşesi bürokratı veya şoförüyle birlikte Asala tarafından kurşuna dizilen insanları unutan ve müsebbiblerine çanak tutan bir Türklük olur mu? Olmaz.. Olamaz.. Amma, mukallit ve dalkavuk bir cemiyetin utanması da olmaz! Zaten olsaydı, cambazın elinde ve telinde mukallitçe bir yürüyüşe kalkışmazlardı..  
 

 Ortadoğu`daki Lawrensler 
      halâ atılamadı!
        Bekir Yalçınkaya/ Sincan

  “Bir değil, birkaç ihtilal bile Türk`ün iliklere işleyen gizli hakimiyetini yıkmaya kafi gelmeyecek.` Yıl: 1900 Rus Generali Çerneyaf
    
  Dün; Bosna-Hersek Cezayir, Sudan, Keşmir, hatta Mora ve ta Endülüs`e kadar nice ülke, bugünkü nesillerin ifadesiyle ne çektilerse, `atalarının Osmanlı`ya ihanetinden` çektiler. Bugün; Filistin, Irak ve Hidiv`siz Mısır`ın unutulan hali, mütemadiyen süren, yahut da sürecek olan ihanetin cezasını çekmeye mahkum zavallılık diyarları. ..Ve Osmanlı`nın kurucusu Osman Gazi`den oğlu Orhan Gazi`ye nasihat edilen; `Allah(cc)`ın hakkını ve kullarının hukukunu gözet.. Ve senden sonrakilere böyle nasihat etmekten geri durma. Ve adalet ve insafa niyet ile zulmü kaldırmaya devam ile her işe teşebbüste Allah`ın yardımına güven... Halkını düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan koru...Haksız yere hiçbir ferde layık olmayan muamelede bulunma. Halkı taltif et, hepsinin rızasını kazan` emrini anlamaktan uzaklaşıp, adil bir idareye başkaldıran isyankarların eyvahı ile yanıyor bugün. Balkanlar`da Pan-İslavizm cereyanlarını körükleyen Rus Generali Çerneyaf, 1900`de neşrettiği bir yazıda der ki; `Yarattığım orduları sendeleten bir engel var; Türklerin yaşayan hatıraları. Üç yüz-dört yüz yıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Ölümden korkmayanlar bu hatıralardan korkuyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum.” Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. `Osman Gazi`nin vasiyetini bir kenara yazanlar, o aşiret hayatına matuf göçebeyi nasıl cihan devleti yaptılarsa, Çerneyaf`ın vasiyet mahiyetindeki bu tesbitlerini bir kenara yazan Haçlılar, bir cihan devletinin küçültülüp Anadolu`ya sıkıştırılmasının amili oldular. Dikkat ediniz, 1900`lu yıllar, Osmanlı`nın sabır ve tahammül abidesi II. Abdülhamid`in yavaş yavaş ihanet menziline çekilmeye başlandığı, Musul ve Kerkük`te iktisadi ve siyasi oyunların hızlandırıldığı, Mekke ve Cidde`de Şerif Hüseyin`in Lawrens keferesine kurtarıcı zannıyla sarılıp türlü entrikalarla makus bir tarihin sayfalarına kimlik düşürmeye yöneldiği bir zaman diliminin başlangıcıdır. Peki, Osmanlı`nın ucundan bucağından başkaldıran bu kafasızlar, Çerneyaf`ın ifadeleriyle Türklerin yenilmesine ve tarihlerinin şahanesinin lekelenmesine, inkıtaya uğratılmasına sebep oldular da ne oldular?.. Yeniden tesis edilen Türkiye`nin yedi düvelin onyedi yerden gelen akınlarına rağmen ayağa kalkıp yine Osmanlı ilim, ahlak ve faziletiyle hem Batı`nın hem de Ortadoğu`nun dikkate aldığı bir güç haline geldiği yerde, onlar ihanetlerinin cezasına çekildiler. Osmanlı`nın varolmadığı, bütün tebalık için diyorlar ki; bugün zulmün cenderesinde hakirlik, fakirlik, haysiyetsizlik, kargaşa, kan-gözyaşı ve hatta insanlığın yüzkarası; kadınlı-erkekli erotik şovlara mesnet bir rezil film içinde, kendileriyle birlikte bizi de utanılacak hale düşürdüler. Türk milleti Osmanlı ile veya Osmanlı`sız, mukaddes değerlerinden olan ne Kur`an`ı çiğnetti, ne de mabedine işetti. Fakat Osmanlı`ya yüz çeviren bazı acziyet silsileleri çağın Lawrenslerine aldandılar ve vatanlarındaki işgali, hak ve hukukun adına yapılan huzur operasyonu zannettiler. ..Ve hal böyle olunca, `NizamAlem ve İla-yı Kelimetullah` aşkıyla Sultan II. Mehmed`ler gibi; fethe çıkılmaz bir asri fitnelikten kendi paylarına ne adil bir idare ne de halkı, hakkı gözeten bir adalet uygulayıcısı düşmedi. İşte Ortadoğu ve ona şahit kenar mahallelerdeki hazin durum; en adil devirlere Lawrensler`in oyunlarıyla darbe vuran hainlerin, en şiddetli ibretleri yaşayanların mikro kıyametidir. Ümit etmeyiz, ama hele Deccal Bush, Hitler mantığıyla yarın İran`a veya Suriye`ye de vardığında bakın siz kıyametin büyüğüne..  
 
  
  B(P)USH(Ş)’a Bir Pabuçluk Güle Güle 

 
  Globelleşme.. Uçsuz bucaksız sınırları birleştirilmiş, “her ırka, her inanca ve her insana ait hür Dünya” safsatasıyla milli sınırları kaldırma ve bütün devletleri bir devlet içinde telâkki etme sinsiliğinin diğer adı. Büyük Ortadoğu Projesi ise
batıda Kıbrıs, Türkiye, İsrail, kuzeyde Kafkasya ve Türki Cumhuriyetleri doğuda Afganistan, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerle, çok geniş bir alanda, asıl yoğun uygulamadan nasiplenecek Arap yarımadasında bulunan Arap ülkeleri üzerinde geliştirilmiş bir plân.. Peki Global bir Dünya fikriyle ve BOP Plânı’yla bu projeye talip olanlar kimler? Bir: Amerika.. Sonra, İki; İkisi veya ikincisi yok.. Her yerde Dünya Jandarmalığı’nı üstlenen, rahmetli Aşık Mahzuni’nin veya milli Ozan’ımız Arif’in ifadeleriyle “Katil Katil Amerika’ var..  Şöyle, BOP içine çekilmiş devletlere bir bakalım mı? Kıbrıs; Rumlar’ın keyfiyetinden asla Türkler’e huzur veremiyor ki, Globalleşmeye şapka çıkaralım. Türkiye’nin baş belâsı PKK terörünü besleyenlerin başı, Kafkasya ve Türki Cumhuriyetleri’nin baş muzırı Rusya’nın yoldaşı, Afganistan’ı yutmaya, Pakistan’ı ve İran’ı bir kaşık suda boğmaya azmedenlerin piyonu sadece İsrail’in Jandarması ABD.. Arapları, bir devir Osmanlı’nın ihanetine kuşatan ve bu kuşatmadan kendine olmasa da İtalya, Fransız ve İsrail gibi devletlere işgal ve sömürge payı çıkartan ABD.. Bunun neresinde BOP’a eyvallah diyelim Ki bu Amerika; Global niyet ve BOPlu diyet için sudan bahaneler ürete ürete aylarca Küresel avanakları uyuttuktan sonra, tıpkı bugün İran’a atfettiği gibi “Küresel İmha Silahları” var diyerek 20 Mart 2003’te Irak’a kitle imha silahlarından olan bombalarını yağdırmaya başladı. Irak; Iraklı’ların vatanıydı ve milli bir müdafaaya muhtaçtı. Halkı; millilikten uzak, iç meselelerini kendi yöntemleriyle çözmesi gerekirken, bomba yağdıran zalime yaltaklık etti. Saddam’ın; yani asri zalimlerinin devrilişini, heykellerini sürükleyerek kutlamayı maharet zannettiler ve aldıkları zevkin bedelini, yıllarca ABD’nin kanlı postalları altında ezile ezile ödemeye doymadılar. Halâ da ödemekteler. Nemrud’u, bir sinekle tokmaklara düşüren ve beynini parçalatıncaya kadar kendini kendine vurdurtan İlâhi kudret ve adalet, Fravun’u, Kızıldeniz’i açarak kendi zulmünün ağıyla ören ve hükümranlığını hükümdarlarıyla birlikte suda boğan İlâhi hamiyet, henüz bu ABD üzerinde görülmemekte ise de mazlumun ahını, halkı % 11.7’e çıkan yoksulluk oranında yaşamaya başladı. 284 milyon halkından 33 milyonu yoksullaşan bir Zalim Sultanlık düşünün.. Adaleti, insan haklarını, gelişmeyi kendine gaye edinmiş mazlum ve mağdur ülkeleri hiçe sayan ve girdiği her yere kan ve gözyaşını taşıyan Amerika’dan bir Amerikalı’yı nasıl sevebileceksiniz. Kendilerine Saddam’ın zulmü yerine, güya; Malcolm (Little) X, yani Malik El Şahbaz’ların, kökünü kazıdığı Kızılderili Reisi Seatle’lerin veya zenci Rosa Parks’ların beklediği adaleti vaadeden  Doble V. Bush, şimdi yakıp yıktığı, kardeşi kardeşe düşürdüğü ve Arz-ı Mevud’a yol açtığı Irak’ta, kendine hakaretten bi’haber Iraklı’dan biri tarafından suratına pabuç fırlatılınca, güya adalete başvuruldu. Iraklı biri; El Bağdadiye Televizyonu muhabiri Muntadar el-Zeydi, Iraklı’dan Bush’a Güle Güle öpücüğü için içeri sorguya, binlerce insanın kanına giren zalime ve katile yeni kan sofraları, hürmet ve iltifatlar..  Ahh.. nerede, Osmanlı’nın son ABD elçisi Ahmet Rüstem Bey gibi, Hilal ve Yıldızlı Bayrağı’nı  Beyazsaray’da yere serip kendisine çiğnetmeye çalışan ABDli münafıklara ders verecek bir Iraklı bürokrat.. Osmanlı’nın torunları asaleti ve adaletiyle hiçbir zaman milli şuurlarını kaybetmemişlerdir. Kendilerini de Küffar’a ezdirmemişlerdir. Keşke Iraklı da bunu, en azından bir İran kadar, ABD esaretine rıza göstermeden kendi benliğine sahip çıkarak gösterebilseydi..  Bush’un gülüp geçtiği, ama aslında içinde bir devrin kan çanağı ruhunu taşıyan ayakkabı da fırlatılmasaydı.. Bu hakaret ve hareket; hangi günkü, hangi esaretin izlerini silebilecek ki..


 
 
         DUYUP DEME SOYUP YEME HASTALIĞI
   
   Cemiyet asabiyette.. Fertler kibir esaretinde.. Bilenler ukala, bilmeyenler böbürlenme hastalığında.. Tevazu ve cömertlik gariplerde.. Zamane körlüğü ve cimrilik kodamanlarda..  Entellektüel babada Batı entegrasyonu. Sosyetik annede Maria Antuane çalımı. Mülk şerre israflık, makam hayıra yobaz. Esselam, tünaydın alaylığı. Allah (C.C.)'ın insan üzerine dilenecek selameti merhaba girdabında.. Öz be öz lisan, kekeme ve ecnebi literatürde yasaklı.    ..Ve mukaddes eşya, mübarek insan, muteber zaman; müsrif, asabi, kıytırık, sağır ve kör bir cemiyetin bitmez tükenmez üç başlı israf kaynağı. Ki, en meşhur muharrir paraya tapıcı. En namlı proğramcı, en gırgırist muzip. En reytingci yayıncı, en sulu palyaço. En üstad şair, kafiyesiz-redifsiz nesiri ŞİİR diye yutturucu. En ciddi sunucu (!), dul karının ahmak kocasını sövdüren maşallahlık nazar boncuğu. En çağdaş sanatçı, kızına hovardalık, oğluna sarhoşlukla  örnek teşkil eden maazallahlık mukallit.    İşte, bu hal içindeki yeni nesilden mümessil olanlar; sokakta kapkaçcı, caddede maganda, diskotekte paparazzi, barda eroinman, idarede hırsız, milli arazide talancı, alınterine tebelleş beleşci çete ve siyasette militan üretmekten öte, ne bir gaye taşıyorlar, ne de kaygı..   İşte, bu itibarla bir de iki günlük yazı yazanlar, 20 yıldır "SİNCAN!" diyenlerin inadına uzmanlık hastalığına tutuluyorlar ve üçüncü günün yazısını dahi yazamadan ya mecra değiştiriyorlar, ya da yeni bir patronun dalkavuğu oluyorlar.    İşte, bu sebeble, bir de size samimi meftun çevrelerin kafası karışıyor. Samimiyetsizler, zaten o malum tiplere, kullanma siperinden nifak kuşağı adına öyle bir "BROVA !" çekiyorlar ki, bu brovalar ağızdan çıkanı duymayan kulaklara "ARİSTO" nidası gibi geliyor. Neticede o fakir, o fukaralar, kendilerini mütefekkir zannediyorlar. Sallıyor da sallıyorlar..
 Halbuki ifadesi eksik, bilgisi kıt, cümlesi bozuk, anlattığı martaval o cemiyetin hali, her birinden ayrı ses veren yedi delikli bir kavala benziyor. "Nasıl öttürmek istersen öyle öttürmek"; 10 parmakla bir yamuk dudaklı ağızın işine kalıyor. Yani; öyle bir zaman, öyle bir insan ve öyle bir mekan arasındayız ki, durmak, oturmak veya yürümek işi, sanki hep dört ayaklıların hakkı.. Ya sizin neyiniz var? El ile düzeltemedikleriniz dilinize takılıyor. Dil ile düzeltmeye çalışıyorsunuz, yine olmuyor.. İş, son çare kalben buğuza kalmış da, buğuz, uyuzun işine gelmiyor ki.. Acaba çare gülmekte mi? Ben: yazdıkları bir inanç temeline oturmayan, günübirlik sokak dedikodularından öte mahareti bulunmayan, memleketi için heyecan yerine fitne, milleti için fedakarlık yerine palavra besleyen dili güdük, beyni çürük, yüreği sümsük ve sapla-samanı karıştırıcı yabalıkları, kendime bir 'kahkaha hokkabazı' bilmeyi yeğledim.
   Şayet böyle yeğlemeseydim, onca ciddiyetin sarıp sarmaladığı 'Summün Bükmün Umyün Fitne Çağı'nda hiç gülecek zamanım olur muydu?   Onca vesvesem içinde, bana gülecek zamanı işte bu çürük ve nankör cemiyet bağışlıyor..  
 
       ŞAYET AKIL KAFATASINI ÇATLATMIŞSA..
          ŞEYTAN'IN OYUNU OYUNDAN ÇIKAR!
  
    
Adı; ha Doğu'dan Le Duc olmuş, ha Batı'dan Hans.. Adı; ha Anadolu'dan Hasan olmuş, ha Arabistan'dan Abdurrahman.. Farketmiyor..   Dine, imana, ahlaka, hasılı bütün beşeri değerlere, ne zaman ki Şeytan musallat olmuşsa, insanoğlu başkaldırıyor ve Şeytani ihtirasların bir bir kanadını kolunu buduyor..   Şeytan'ın zarar gördüğü bu durumdan insan hiç mi zarar görmüyor? Görüyor, ama, Şeytan mecrasından kovulsa da, O'nun vermeye ahdettiği zararı, Şeytani gayeye arka çıkanlar devam ettiriyor.
   Malatya'da bir müessif olay neticesi üç kişi öldürülünce, ülkemin malum mantıkları, bakınız nasıl ün verdiler: "Malatya'daki vahşi ve insanlık dışı katliamı şiddet ve nefretle kınıyoruz. Öte yandan ABD'deki bir üniversitede meydana gelen olayda da 33 kişi cinayete kurban gitti.."
   Cümlenin başında şiddet ve nefretle kınanan 3 kişilik katliam (!), cümlenin sonunda 33 kişilik cinayetin yorumuyla harmanlandı. Onlar 3'ü, 33'ten misli misli fazla buldular. Peki, Filistin'dekiler neydi? Irak'takiler ne? 3'ten veya 33'ten çok çok mu az onlar? Niye bu katliamlar kınanamaz. Çünkü, bu mantık, bu ülkenin Batı önünde hep suçlu bulunması ve suskun kalması adına çene yormayı, adeta gelenek haline getirmiştir.   Halbuki, Cahiliye'de toprağa gömülen de, Ege'de kazığa çakılan da, Endülüs'te yakılan da, Hacali'de boğazı sıkılan da insandı.. İnsana hep farkla yanaşanların kurduğu bir adi düzen, mazlumdan yana olan hakkı ve hukuku gözardı ettiği müddetçe, devletlerin boş bıraktığı alanı, fertlerin doldurması kaçınılmazdır.
  Eğer ki süper güç olanların (!) nesli, mazlum güç olanların nesline; "İstediği her şeye sahib gözüyle bakar, bileklerine altın bilezik, boyunlarına altın kolye takar ve tafra satar ise; o mazlum güç'ün çocuğu; "Canlı canlı işkence görmenin nasıl olduğunu biliyor musun? Ruhumu parçalamaktan, işkence ve acı vermekten başka ne yaptınız?" sualiyle, saltanatı, insanlığa baskısı ve zulmü ile Nemrudi Düzen adına üreyecek bir nesle; "Allah sizi kahretsin!" der ve tetiğe basar..
   Veya ötekileri: misyoner faaliyetlerinden elde edeceği madde uğruna İslam'a sövecek kadar alçalan döneklere anladığı dilden konuşur. "Keşke insan denen nesne ölmese!" diyeceğiz ve İslami açıdan demeye mecburuz, amma, ölenlere baktığımızda, galiba insanı öldürmeye ahdedenler veya öldürenler öldürülüyor.. Öyleyse, tek seçilecek emniyetli ve mutabık yol; karşılıklı adil davranış, adil hoşgörü ve inanca da, milliliğe de tam saygıdır.   İşte bu hal olmazsa, insanı hakir gören, kendi görüş ve düşüncelerini dayatan, en ekmel inanç karşısında propagandasını yürütmekte ısrarlı davranan ve en azgın ızdıraba tabi tutanlar düzelinceye kadar devam edecek.. ABD kölelerinin bağırtılarını sustuğu vakte kadar değil. 
    Ah.. bunu bir de içimizdeki yaygara cemiyeti anlayabilse..

 
  Bugün 14 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol