Bekir Yalçınkaya Resmi Web Sitesi
  Şair-Yazar ve Dostlarım
 

        ŞAİR/YAZAR ve SİYASİ DOSTLARIM

Yazı İşleri Müdürü oyduğum Yeni Ufuk Gazetesi'nin Etimesgut Şubesi açılışına katılan 
MHP'nin ileri gelenlerinden rahmetli ağabeyim ünlü tarihçi (MHPli) Tahsin Ünal ile (Sağda)


Bekir Yalçınkaya Almanya Lebach'ta (1970)


Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile bir münazaramız


      BİZİM BİYOGRAFİMİZ        
                   Bekir YALÇINKAYA
   
Yıl 1961.. Yani Demokrat Parti Genel Başkanı ve TC Başbakanı iken fasıldan bir Bebek davasıyla bile boynuna geçirilecek yağlı urgana sebebi olan merhum Adnan Menderes’in idama götürüldüğü, ama bu gidişe bir türlü akıl erdiremeyen bir çocuk.. Türkiye denen ülkesinin haykıran şairlerine duyduğu hayranlığın peşinde ve şiir yazmaya çalışıyor. Çok geçmeden de şiirleri Isparta’nın Yalvaç İlçesi’nde çıkan mütevazi bir yerel gazetede yer buluyor. Ardından Türk Kooperatifleri Birliği’nin Karınca Postası’nda çıkan ve Şarkikaraağaç Kütüphanesi’nde muhafaza altına alınan Bereket’iyle kendine uzun soluklu bir yolun ilk adımlarını atıyor. Sonra Son Havadis, Hürriyet Ekstra, Hanımeli, Gelincik, Bulvar, (Tabii ki aşifte Bulvar değil), Tercüman, Türkiye, İş Gazetesi ve kendisine şairlik vasfını kazandırmaya emek olacak daha bir çok dergi ve gazete ile tanışıyor. Bir taraftan Şeker Öğrenci Yurdu İdare Amirliği’nin verdiği siyasi ve idari merhalede Ülkücü olmanın getirdiği ızdırablı bir mücadele dönemi.. Disk’e rağmen MİSK gibi bir Milliyetçi sendika teşekkülünde dostu Yaşar Bilgin ile işyeri sendika temsilciği.. Yetmiyor, Almanya’da aynı dâvâyı yürütme azmi ve şansı. Aynı dönemlerde siyasi şiir denemeleriyle şairler arası dostluklar. Ve sonra da Sincan’daki Yeni Ufuk Yazıişleri Müdürlüğü ve yazarlığı ile başlayan bir yerel masalı. Biraz etkili ve asli olana bunların arasında, nice insana liyakat gelecek detayları yaşayan ve sonunda en tesirli bir sanat edebiyat dönemine ayak basan fikir amelesi.

             SANAT VE EDEBİYATA DAİR HATIRLADIKLARIMIZ

     Hattâ fikir amelesi ve madde budalası olan o adam; Ben; Bekir Yalçınkaya. 1987’nin bir Bahar Ayı’nda; şairlik sayfamıza kayıtlı o ayda, yepyeni bir döneme çağrılıyorum. 02 Temmuz 2001’de Hakk’a yürüyen Göktürk Mehmet Uytun’un daveti üzerine hayata yeni geçirilecek Şairler Yazarlar ve Sanatsevenler Derneği kurucu üyeleri; Tevfik Turan Atasever, Münir Menaf Bayar, Melek Melih Bayrı, Mehmet Cebe, Sebahattin Çankaya, Ahmet Doğan, Hamit Fethi Gözler, Ramazan Güngör, İsa Kayacan, Muhammed Zeki Mert, Abdullah Ortaç Özdemir, Bekir Sıdık Özyıldırım, İhsan Sözer, Enver Tuncalp, Göktürk Mehmet Uytun, (Bekir Yalçınkaya sıralamasıyla), İbrahim Yalçınkaya, Orkun Yakup Yavaş’ın arasında yer alıyorum. Bu milliyetçi şair ve yazarlar camiası içinde, nasıl bir hayatı ikmal ettiğini unutan ben, arşivlerimdeki değerli şairlerin mektuplarıyla hafıza tazelediğimde, niçin bugün miadı dolmuş manevi cihazlanma merkezleri gibi geçmişe yanılıp tutuşulacağının provasına düşüyorum. Sonra, Türk şairlerinin çok büyük bir bölümünde artık şairlik ve sanatperverliğin kalmadığını, mukallit ve yavan bir mesleğin şiir namıyla nesire terk edildiğini, şiirin sadece haykırmalarla yaşatıldığını görüyorum. Bundan dolayıdır ki, şairlerin asli mekânları kapalı ve TV denilen magazin ve fors dünyasında martılara kırıntı bile olmayacak bir nefis sofraları kurduklarını esefle izliyorum. Buna, doğru bir söz etmem gerekirse: “Yazık!”

 
Bekir Yalçınkaya Sincan Belediye eski Başkanı Rüstem Altunbaş ile


İşte bu yazık noktasına gelmeden önce, o nezih şairlik hayatımın bana birer vefalı dost olarak kazandırdıkları arasında Yahya Akengin, İsa Kayacan, Abdullah Satoğlu, Ahmet Doğan, Agah Oktay Güner, Hüseyin Yurdabak, Sebahattin Çankaya, Hamit Fethi Gözler, Coşkun Ertepınar, Abdullah Ortaç Özdemir, Halil Soyuer, Ahmet Tufan Şentürk, Rıza Akdemir, Rabia Gölbaşı, Mustafa Nevruz Sınacı, Durali Doğan, Kerim Özbekler, Behzat Şaşal, Zeki Çelik, Emin Bilgiç, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Abdülmecid Doğru, Fethi Tevetoğlu, Tahsin Ünal, İrfan Ünver Nasrattınoğlu, İbrahim Agah Çubukçu, Erdal Noyan, Cevdet Aslangül, Fevzi Aküzüm, Bekir Mutlu, İsmail Kara, Baki Tuğ, Nevzat Yalçın, Bestami Yazgan, Tayip Atmaca, Mehmet Akif İnan, Ayhan İnal, Ahmet Tevfik Ozan, Nevzat Tamtürk. ..Ve daha nice yüzlerce şair oğlu şairler yer alıyor. Bir o kadar edebiyatçılar, yazarlar, aşıklar ve müzisyenler.. Sanatın her dalından sanata reva güzel insanlar. Sayıları kadar sanatları liyakatli cemiyet mensupları.. Ve bugün bir çoğu da bu geçici âleme veda edip Hakk’ın huzuruna varmış durumdalar.

    Anlatılacak çok şey var.. Yani taşra şehirlerinde organize edilen şiir akşamları.. Mevlâna, Hacı Bektaşi Veli ve Yunus Emre gibi, Türkiye’nin adını Dünya tasavvufuna nakleden gönül ve tefekkür erlerinin adını yaşatma ve yüceltmeye dair çırpınışlar.. Manevi Cihazlanma’dan ziyade, manevi beslenme merkezlerine ülke çapında şube açmalar. Bugün, gün yüzüne çıkan alelâdeliğin ayaklarına pranga olacak bir sanat ve edebiyat mazisine, bedeni malzeme sağlamak adına her azasını Hakk’a teslim etmek. Bir anlamda Ahi’ye Şed kuşatan devrin ruh manzarasına düşerek Hakk için halka hizmet eylemek.. Kaç gece yarılarına kadar ülke geneli şairlere mektup döşemeler ve devlet destekli İlesam’ın iki yılda yapamadığı üye kaydını gerçekleştirme..

    Sayılacak çok şey var ve biz bunların arasında edebî bir yumağın en zarif ve narin bir ipliği olmuşuz. Ve kendimizi de çok mahir bulmuyoruz. Hiç bulmadık da..

                MEDYATİK HAYATA DAİR YAŞADIKLARIMIZ

  Kuruluşu, yazılı basının zorladığı ve ufkumuzu biraz daha açmamıza sebebler öne sürdüğü 1994’lü zamanlara, yani malûm 28 Şubat’ın teorisyeni kabul edilen Kudüs Çadırı mimarı Bekir Yıldız’ın Sincan Belediye Başkanı olduğu 28 Mart 1994’ün bir ay sonrası, bir 1 Mayıs gününe tesadüf eder. Aslen Killi Kuyucuklu olan Elektrik Mühendisi Şerif Öcal ile başlayan medyatik tarafımızın ilk ayağını da, Sincan’da hayata geçirdiğimiz KTV Televizyonu teşkil eder. O günün bütün zor şartlarına rağmen Başkent’te yerel manâda ilk olmanın verdiği haz ve heyecanla gerçekleştirdiğimiz hizmeti, o gün yaşayanlardan bugün inkâr edecek bir kimse çıkamaz.. Çıkmamalı. Baştan, satıldığı son ana kadar Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığım bu KTV’de, Sincan denen bu şehrin hemen bütün siyasileri, sivil toplum önderleri, sade vatandaşları, spordan edebiyata neyi, kim temsil ediyorsa, fabrikatörü ve esnafıyla, yerlilerin hepsi ekranlara ilk defa misafir olup siyasi, edebi ve sanata dair kendini konuşturma fırsatı buldu. Bir çoğu da KTV ile yepyeni bir gündeme adım attılar.
  KTV Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya spikeri Sevinç Duru ile yayın odasında
 
    
Şimdi, onlardan bazı ön saf tutucularını sayalım mı?

   Siyaset alanında; Mehmet Keçeciler, Hasan Hüseyin Ceylan, Hasan Celal Güzel, Mehmet Gölhan, Rıza Ulucak, Ali Helvacı, Yusuf Çelebi, Hüseyin Erdal, Gökhan Çapoğlu, Mustafa Kamalak, Şeref Malkoç, Adil Aşırım, Erdal Kesebir, Ahmet Bilge, Ersönmez Yarbay, Hakkı Arslan, Orhan Kavuncu, Melih Gökçek, Esat Bütün, Hanefi Çelik, Ahad Andican, Tayyar Altıkulaç, Esat Kıratlıoğlu, Koray Aydın, Nejat Arseven, Yılmaz Ateş, İrahim Tez, İsmet Gür, Muharrem Şemsek, Hamdi Eriş, Önay Alpago, Ökkeş Şendiller, İ. Yaşar Dedelek, Ercan Vuralhan, Talat Zengin, Onural Şeref Bozkurt, Ümit Durak, Nevzat Laleli, İsmail Alptekin, İrfan Köksalan ve Orhan Kilercioğlu.

Edebiyat alanında; Durali Doğan, Agâh Oktay Güner, Yemliha Bozkurt, Ramazan Gürgün, Yaşar Özdemir, Mehmet Cebe, Mehmet Yalçın, Selma Gök, Süleyman Kocabaş ve İbrahim Yalçınkaya,

Aşıklık ve Mahalli Sanatçılık alanında; Mehmet Erenler, Paşa Susanoğlu, Selahattin Bölük, Mehmet Demirtaş, Zeki Erdali, Halit Araboğlu, Aşık Şefkati, Ahmet Tunç, Hasan Sağındık, Hüseyin Demirbilek, Cemil Ulucu, Aşık Firgani, Mustafa Aydın, Muhlis Denizer, İsmail Aladağlı, Ekrem Özel, Savaş Göçer, Mehmet Gedik, Murat Çobanoğlu, Veysel Yıldızer, Şeref Taşlıova, Zeki Bekar, Öksüz Ozan (Mehmet Yıldırım), Mahir Altuntaş, Mehmet Budak, Sincanlı Kadir, Behram Aktemur, Aşık Cenani, Aşık Gülhani, Aşık Yaşar Reyhani, Aşık Yaşar Bayrami ve daha nice ses-saz üstadları..

Proğramcılık alanında; Ömer Uzun, İbrahim Keskin, Emriye Yalçındağ, Zekeriya Altun, Kemal Çıbık, Yaşar Özdemir, Selami Tokat, Eşo Yalçındağ, İbrahim Şimşek, Harun Pınarbaşı ve hayatına renk katmaya çalışan daha bir çok genç isim..

Reklam alanında; Sincan ve çevresinden aylık ortalama kısa metrajlı 90 firma tanıtımı.

Haber ve röportaj alanında; Söz hakkını kullanan herkesi içine alan sınırsız bir çevrede, sınırsız yayıncılık gerçekleştirme çabası ve ekseriyetle de sağlanan başarı.  
   Elbette hepsi bunlarla sınırlı değil. Zengin bir proğram içinde vefalı ve idealist bir kadro.. Bugünkü Gimsa TV’de olduğu gibi, hiçbir yan geliri olmayan yayın kuruluşunun üç yıla yakın ayakta kalabilme mücadelesi.. Sonunda; Sincanlı hiçbir müteşebbisin kıymet vermediği ve Termikel Firması’na 16.5 milyara sattığınızda da, almadıkları gibi, “bana sat dedim, satmadınız” deme ikiliğine sığınan eyvahçı cemiyetin elinden kaçırdığı çok kıymetli bir yayın kuruluşu.. Lâyık olduğu sevk ve idare şeklini, başta Kayserili iş adamları Ahmet ve Mustafa Kaya kardeşler olmak üzere, bugünkü Ses TV sahibi Ali Sabit Aksoy gibi ortak ve Alper Tan gibi Genel Yayın Yönetmenleri’nden alarak, Başkent’in en iyileri arasına Kanal A namıyla varıp oturdu. Bize de 6 aylık bir Genel Yayın Yönetmenliği tesellisi..  

Kendilerine uzun bir yol almayı sağlayacak başarıya imkân veren ilk tecrübeyi kazandıran KTV’den büyüyenlere gelince;  belki bunların isimlerini ilk sıralara koymamız gerekirdi. Ama bir ahde vefa dünyası sos verince, onları da sona yerleştirmeyi hak bildim ve hukuk buldum. İşte bunların içinden hayatlarına önce Kanal A’da devam eden başta Harun Pınarbaşı ve Ses’te Bekir Gündoğan olmak üzere, Ostim TV’de ve Flaş TV’de Selçuk Sucu, Radyo Dost’ta Özlem Yıldız ve Gimsa TV (GRT)’de İbrahim Şimşek, KTV tecrübesini kullandılar ve kullanıyorlar. Kimbilir daha kimler de nerelerde kullanmaktalar. Bilemiyorum. Çünkü biz geniş bir aile idik. Mali sıkıntılar ve sahipsizlik kaderi KTV’yi mazinin hatıratına atarken, herkesini de bir sıla-yı raim vaziyetine getirdi. Evet, ne yazık ki bugün öyleyiz.
                         
Rahmetli  Uytun'un 
Hedef Ankara Gazetesi 
Genel Yayın Yönetmeni Bekir 
Yalçınkaya'yı ziyareti (1994) 

  
İDARE AMİRLİĞİMİZ

  Yıl: 2000. Aylardan Mayıs ve bir Cuma günü. Arayan telefondaki ses “Altunbaş’ın Sekreteri’yim. Başkan sizinle görüşmek istiyor” diyor. Birkaç saniyelik müzik faslından sonra bağlanıyoruz. Biraz ön konuşma hoşbeşi. Başkan ‘ne yapıyorsun, nasılsın!’  falan diyor.. “Evde yatıyoruz ve Cuma vaktini bekliyoruz.” Sonra esas meseleye geliyoruz. Rüstem Altunbaş; “Niye yatıyorsun? Senin gibi adam yatar mı? Kalk, hemen Organize Sanayi’ye git. Orada Bölge Müdürü Ali Yüksel’e..” Ben araya giriyorum ve “tanırım, arkadaşımız” diyorum, Rüstem Bey de; “öyleyse bu iş daha kolay. Ona uğra, Bana, organize Bölge Müdürlüğü’ne idare amiri aradıklarını bildirdiler. Ben de seni düşündüm. Arar referansımı veririm. Hemen ama, hemen git” diyor.

   Gidiyoruz. Birkaç aylık boşluğumuzun telâfisi adına Bölge Müdürü Ali Yüksel ile görüşüyoruz. Sıcak bir karşılama ve bizimle çalışma isteği gördüğüm Ali Bey’in tek geçerli şartı: “Sakalını keseceksin!” oluyor. Öyle yapıyoruz ve sonrasında da kısa süreli bir İdare Amirliği dönemine ayak basıyoruz.

  Sincan 1. Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü’nde İdare Amirliği yapmak; Avrupa standartlarında kalite kontrolüne tabi ve o günkü 5 bin fabrikanın ihtiyaçlarını karşılama gibi çok önemli bir vazife içinde olmak demekti. Bir telsiz, bir çağrı, iki telefon ve gecesi gündüzüne karışık, saat mefhumunu aşmış bir vazife.. Bana göre orası, 1970’li ve 80’li yıllarda yaşadığım Avrupa’nın ikinci bir parçası gibiydi. Sincan Bölgesi’ndeki, disipline edilmiş personeliyle fabrika yetkililerinin sanayi ve ticarette aldığı rolü, Türkiye’ye yaydığınızda ve Denizli başta olmak üzere Kayseri, Konya, Aydın, Manisa, Kütahya, Çorum, Bursa ve Gaziantep gibi iller, İkitelli, Korgun, Gebze gibi ilçelerle birleştirdiğinizde, bu sektörün ne derece önemli, bu sektörde hizmet verenlerin ne derece kıymetli olduğunu görmek pekalâ mümkündür.

   İşte böyle bir alanda da vazifelendirilmemiz, bu bakımdan biyografimize girecek kadar bir hakkı haizdir.
Show Radyo Şiir Proğramında Aşık 
Paşa Susanoğlu ve Ozan Seyfettin ile 

EMEKLİLİK HAYATIMIZIN GETİRDİKLERİ
  
Organize’ye veda sonrası, yani 2001’in ortaları emekliyiz. Yine, yeni hayatımızda bir boşluk yok. Önce Özden Ünal buluyor bizi. Gazetesi Yeni Sakarya’yı Sincan’a taşımış ve bizi birileri (hep öyle yapılır) tavsiye buyurmuş, Genel Yayın Yönetmeni’sin deniyor ve tekrar yazmaya başlıyoruz. Ardından aynı görevle ve bir yıl sonra Bilgi Tıp’ın Başkent Sonhaber’ine.. daha ardından da Yaşar İnatçı’nın Öz Sakarya’sına başlıyoruz. Bu başlangıcı hazmedemeyen bazı büyük(!)lerle bir cebelleşme dönemine de adım atıyoruz. Yaşar İnatçı’da, Yazıişleri Müdürü Hasan Polat da, hattâ Başkan Serhat Kemal Yılmaz’la ilgili yaptığı haber itibariyle Etimesgut Belediyesi zabıtalarınca dövülen üniversite öğrencisi Mehmet Öz de bu cebelli dönemden nasipleniyorlar. Kısa süre sonra da Öz Sakarya kendisini tarihi istirahate çekerken, biz önce İKO’ya, sonra Kanal 6’ya taşınıyoruz.

İKO: Ankara’da, şairler ve yazarlar derneğinden bir dernek. Açılımı itibariyle de İnsan ve Kültür Ocağı Vakfı Derneği..

2005’in Nisan ayında yönetim kurulu üyesi olduğum ve 5 Mart 2005’te de Genel Sekreter’liğine getirildiğim; Mustafa Nevruz Sınacı ve Osman Afşaroğlu’lu dönemin miraskârı olduğumuz İKO; Genel Başkan Recep Er, Genel Başkan Yardımcıları Urfi Güvel, Aytekin Ataman ve Abdurrahman Civelek , Genel Muhasip Hasip Özmen, Yönetim Kurulu Üyeleri Yaşar İnatçı, Ziya Aydın ve Rıfat Perçinel’den müteşekkil İKO.. Bir devrin muazzam şair-yazar kuruluşu ve çok önemli faaliyetler gösteren YAZ-SAN DER gibi, ama önemli bir faaliyet gösteremeden tarafımızdan, 2007 yılında feshedilerek manidar günlerini maziye devretti. Tıpkı Kanal 6’nın yeni bir yapılanma ile İPlay olduğu ve mazileştiği gibi.. Peki bizim Kanal 6 ile ne gibi bir ilişkimiz vardı? Anlatayım..       

Kanal 6 Buram Buram Türkiye ekibimiz; Sinan Burhan (Halen Kontv'de)
    Ahmet Yılmaz (Halen Başkent TV'de)
    
KANAL 6’DA ‘BURAM BURAM TÜRKİYE’ MÜDÜRLÜĞÜM
   

    Sinan Burhan.. Yerel Televizyonlar Birliği Genel Sekreteri. Henüz çok iyi tanıdığım bir isim değil. Kendisinden 2005 Mayıs’ında bir telefon alıyorum. “Bekir Abi” diyor; “Gel seni meşhur edeyim. Ulusal Kanal 6’da Buram Buram Türkiye proğramını birlikte yürütelim. Gel.. proğram müdürüm ol..” Beni niçin tercih ettiği, niçin güvendiği ve benzeri bir hayli sorunun cevabının alınmak istenmediği bir havada, randevulaşıyoruz. Görüşmede ekipten Ahmet Yılmaz ile Gazeteci Yaşar İnatçı da varlar. Uzun lâfın kısası, çok geçmeden Ostim’de Başkent TV stüdyolarında anlaşmayı sağlıyoruz. TRT’nin Ar Stüdyosu’nda Turizm Bakanı Atilla Koç ile 1+100’ü tamamladıktan sonra görüştüğümüz Türkiye Yerel Televizyonlar Birliği Başkanı A.Şeyda Açıkkol’dan da ekipte yer alma izni çıkar çıkmaz Bismillâh diyor ve Kayseri yoluna çıkıyoruz. İlk ‘İcraatın İçinden’ proğramımızı Kayseri Şeker Fabrikası Yönetim Kurulu Başkanı Vedat Ali Özışık ve Genel Müdür Ayhan Teke ile gerçekleştiriyoruz. Sonra Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak, Ticaret Odası Başkanı Hasan Ali Kilci, Organize Sanayi Bölge Müdürü Orhan Akşit, Ahmet Hasyün, Kayseri Büyükşehir’in hizmet çekimleri ve AKPli vekil Taner Yıldız derken, Tekirdağ Belediyesi’ne sıçrıyoruz. Orada Belediye Başkanı Ahmet Aygün, Tekirdağ Çanta’da Tahir Sert, 154 yaşıyla meşhur Zaro Ağa’nın Alemdar’ında Mehmet Yaşa, Formula 1’in ilk belgeselcilerinden olduğumuz Akfırat’ta Hilmi Yıldız’la  serüvenimiz devam ediyor. ..Ve basına kinli Başbakan Erdoğan’ın yakın bürokratı, kader arkadaşı Nemci Kadıoğlu’ndan Esenyurt’un gerçeklerini dinliyoruz. Sonralarımız devam ediyor, oralardan Karadeniz’e geçiyor ve Karabük’te Hüseyin Erer’le Samsun’da AK Parti İl Başkanı Fuat Köktaş ve Turhal’da Ali Gözen’le buluşuyoruz. Balıkesir’de asker iken sivil bir hayat geçirdiğimiz orduevi mekânımız Edremit’te Yunus Bozbey’in, Kekeç’i meşhur Bio enerji harikası Bigadiç’te Davut Uzuner’in, Seyid Onbaşı’nın mangal kömüründen nafaka çıkarttığı Çamlık namlı Koca Seyid Köyü’ne ilçe Havran’da Mustafa İrtürk’ün misafiri oluyor ve günler süren çekimleri ikmal ediyoruz.                    
Adapazarı Büyükşehir  Belediye Başkanı Aziz Duran ile (Kanal 6 TV Belgeselinden)

  İç Anadolu, Karadeniz ve Marmara derken Akdeniz sahillerine uzanıyor; Antalya Kepez’de Erdal Öner, Elmalı’da Hüseyin Yapıcı’ya misafir Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Belek’te Yusuf Mecek ve TBMM Meclis İdare Amiri Burhan Kılıç, Kadriye’de Hüseyin Kantoz, Alanya Kargıcak’ta Mukadder Işık ve Mahmutlar’da Alaattin Çakır proğram serimizde yer alıyorlar. Tekrar batıya, Adapazarı’na varıyoruz; Aziz Duran’la, Kocaeli’ye uğruyoruz İbrahim Karaosmanoğlu ile buluşuyoruz.. Sonra Abdurrahim Karakoç’un memleketi Kahramanmaraş’ta Ashab-ı Kehf’in ikinci adresi Afşin’i ziyaret eyliyor ve Başkan İrfan Gedikbaşı’yla kamera önünde sinek kovalayıp heyecan yatıştırıyor, AKP Milletvekili Hanefi Mahçiçek’le çaybaşında memleket meselelerine el atıyoruz. Ardından Dinler arası Hoşgörü merkezlerimizden Mardin’i; AKPli vekil Beşir Hamidi’yle.. “Ne olacak bu devletin hâli?” diye sorarak bizi azara çekmeye çalışan Hadepli gençlere, “Devlet sizsiniz!” diye çıkıştığımız lokanta mekânının barındığı Batman’ı; yine AKPli vekil M.Nezir Nasıroğlu ile değerlendiriyor, zamanın Batman Valisi Haluk İmga ile hem şehri, hem de kaymakam iken Sincan’dan arkadaşı Kadir Çalışıcı’yı konuşuyoruz. Gaziantep şehrinin manevi hazzını Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey’le yeniden tadıyor ve Türk kadınının başarısına Derya Güzelbey’le vukuf oluyoruz. Başkent’in Yağlı Güreşler’e Karakucak Açan Karapürçek’ini Veysel Tiryaki, Hasan Altın, Ersönmez Yarbay ve Haluk İpek gibi isimlerle tuşa getiriyoruz.. 


                      Dostlarım Mehmet Fatih 
                         Varol ve İlhami Aktürk

 
Dahası detaylar da var.. Darıca’da Şükrü Karabacak’ın, İvrindi’de Recai Baytar’ın, Hadımköy’de Ali Osman Çolak’ın, Beylikdüzü’nde Vehbi Orakcı’nın, Serik’te Mehmet Habalı’nın, Kemer Çamyuva’da Okan Akman’ın, Oğuzeli’nde Mehmet Başkır’ın, Antalya Boğazkent’te Neriman Küçükkavradım (sekreter)’in ve Burhaniye’de Fikret Akova’nın şöyle bir yanından selam-sabahla girip, öbür yanından “tanıştığımıza müşerref-tanıdığıma memnun oldum”la çıkıyoruz.

      YENİ GÜÇ FARKI VE ŞAHANE-İ ZAMAN
  Soru böyle desek de hayatta hiçbir soru cevapsız kalmıyor? Kalsa dahi sizin veremediğiniz sorunun cevabını bir veren çıkıyor. Evet.. son birkaç yıldır, benim hemen bütün sorularımın cevabını veren iki vefalı var. Onları, Tire’li rakamlarla verecek olursam; 1-Latif Karahan, 2-Dursun Ali Turan’dır..

   Niye öyle.. yine bunu da, ama Hadiseler Diyarı’mın son satırları olarak anlatayım; Yıl: 1997. Yeni Ufuk’un yeni sahibi Mahmut Uyanık. IBM’de Abdullah Kınacı diye bir çocuk var ki yaşca çocuk. Elleri bu makinede adeta tetiğin kurşun sıkışı gibi bir hız denginde.. Masabaşı haberlerde Kamil Ünlü, Yazıişleri Müdürlüğü ve yazarlıkta da biz varız. Gerisi karayağız bir delikanlı olan Latif Karahan isimli bir emektara kalmış. Haber, röportaj, reklâm işi.. Gazete bürosunda fotoğraf tabı.. belki çay kahve, yemek memek işleri de onundu.. Demiştik ya gerisi, evet öyle.. 

Anayurt Gazetesi Yazarı Hamdi Yılmaz ile

Ne o günlerin Latifatını, ne beri günlerin Mükremin Biçer ve Ercan Güler’li Hedef Ankara’sını anlatmayacak, sadede geleceğim. İşte bu Latif, 2005’in Mayıs ayında Polatlılar ve Köyleri Derneği’nin bir iftar yemeğinde, aradan tam 19 yıl geçtikten ve biz Kanal 6’ya proğrama başladıktan sonra yine bir gazete çıkararak, Dursun Ali Turan ve Kamil Ünlü isimli iki adamla karşımıza çıkarak; “abi gazetemizde yaz!” dedi.

      Ve o gün, Yeni Güç adına elimize aldığımız kalemi bir türlü bırakamadık. Hele ki işin içine Hadiseler Diyarı namlı bir de bölge hikâyeleri girince, sağdan soldan maşallah seslerini duymaya başlayınca ve Dursun Ali’yle Latif’ten de habire tam gaz alınca, gün de uzadı, söz de.. Ta ki işte bu zamana kadar. Tam üç yıldır ve tam .. sayıdır. Öyle ki belki de herkes şöyle bir gözucuyla baktıkları sayfadan bıktı, bir biz bıkmadık.

   Aslında; Acar dönemi öncesinin enteresanlıkları okunurdu. Ama, Anadolu tabiriyle, belgeler ve bilgiler yarım yamalaktı. Acar dönemiyle Gürsoy dönemine ait yazdıklarımız ve sayfalara yerleştirdiğimiz resimlerde bir orijinallik vardı. İlgiyle takibedildi. Buna rağmen, Etimesgut’un referandumlu ilçelik ve belediyelik günlerini bana mahsus ve hiçbir yerde olmayan resimler ve metinlerle yayınlattım, ama okuyan olmadı. Sebebi gazetemizin isabetsiz dağıtımıydı.

   Yıldız Dönemi ve onun bıraktığı yaralı zamanlar Yeni Güç’ün en popüler olduğu zamanlardı. Baştan sona dikkate alınacak mevzuları, kim ne kadar dikkate aldı, bilemem. Buna rağmen 28 Şubat Sürecinde başı “Sincan’da Tank” ve neticesi “Balans Ayarı” olan vukuatlar üzerine ele aldığımız bölümler beklediğimiz kadar okundu, takip edildi. İnternet hayatından faydalanmadığımız ve Dünya’yı bir tık sesine sığdıramadığımız bir ilkel zamanda, Milli Kütüphane’den materyal toplama zahmetimizi, 10 yıllık 28 Şubat Süreci sonrasında Sincan’la ilgili üfürülenleri toplayıp hazırlanmamızı kim, ne kadar kıymet mihengine koydu ve tarttı bunları da bilemem. Ama, en azından ben, çok çabaladığımı, hiçbir maddi menfaat beklemeksizin ve elde etmeksizin manevi bir hazzı ateşleyip bizi bilenlerin önüne sunduğumu biliyorum. 
Sincan Kaymakamı Ertan Yüksel ile Yeni Güç Gazetesi ekibi; Yazı işleri Müdürü Kamil Ünlü, Sahibi Latif Karahan,  Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya ve yazar Saadettin Bayram

   Ve bende; nasıl ki 1987’de Yeni Ufuk tartışılma bir kıymet ve ideal idiyse, Latif Karahan ve Dursun Ali Turan’la gelip 2005’te zihnime ve fikrime oturan Yeni Güç’ü de bir o kadar, öyle.. Hattâ içine dalavere girmemişliğiyle, asil duruşuyla daha da ileride..

   Ben; bu duyguları, sadece yazılarımın yayınlanmasına imkân sağlandığını zannettiğim veya ara sıra “Maşallah Bekir” diyenlere sebeb olduğunu düşündüğüm için değil, karşımda kahrımı çekecek kadar sakin ve vakur bir cemiyet bulduğum, iyi günde de kötü günde de itibarlı havamın renk bozmadığı, araya ahde vefasızlık sızmadığı, bunlardan da üstünü edebli bir gazetecilik yürütüldüğü, özellikle zinadan kaçınıldığı ve ibadete sarılındığı için yaşadım. İşte üç yıllık kalem oynatmamın ve fikir yormamın en yüksek bedeli sadece bu hâlin tercümesinde. Ve bunu mütercimleri de yineliyorum, benim çok sevgili dostlarım biyografi faslıma “yeter!” emri veren  Karahanlı Latif ile Turanlı Dursun Ali’dir. Ne mutlu dostu, böyle olanlara.!
         EDEBİYAT SANAT VE TV İLE GEÇEN BİR HAYAT’TA

                     Gıyaben tanıdığım öncekiler

Tarık Buğra: Tercüman’ın dış yayınlarında Şiir Köşesi’nin Yöneteni. Uzun süre Almanya’da gurbet ve haslet hasreti içinde ruhî dünyamızı şiirlerimizle süsleme gayesiyle kendisine mektup müracaatımız oluyor. Sonrası malûm, Almanya’daki bir çok yayınevinin ve yazar kitlesinin dikkatini çekiyoruz. 

Nevzat Yalçın: Önce tavsiye mektuplarını, sonra da başta A Sokağı isimli kitabı olmak üzere eserlerini bize gönderen Halver’deki Gynasium öğretmeni. “6 ay şiir yazma, sendeki cevheri bu süre daha da açığa çıkaracak” diyen ve de doğru tesbitlerini 6 ay sonra yaşadığım değerli insan. 
Ümit Yaşar Oğuzcan: Hürriyet Ekstra Pazar’da Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Seçtiği SİZİN ŞİİRLERİNİZ isimli bir köşede Oğuzcan şiir severlerin amatör merakına cevab vermekte. İstanbul Cağaloğlu adresine uzun süredir yazdıklarımın nihai semeresi nedir acaba fikriyle birkaç şiir postalıyoruz. Şiirlerimizden hoşlanıyor ve kısa süre sonra da kendisine bilmem ne kadar geldiyse içlerinden bizimkileri haftanın şiirleri seçiyor.

  YENİ UFUK, SONDAKİKA, SABIR DERGİM VE KTV'YLE
               GELEN MEKTUP DOSTLUKLARI

YAZ-SAN-DER'deki bir şiir toplantısından; Şairler Ahmet Doğan, Mehmet
 Cebe, Sebahattin Afacan, Bekir Yalçınkaya ve Aşık Muhlis Denizer (YIL: 1992)

Gazetemizde şiir ve makale yazma arzusuyla müracaat eden bir çevre içinde yer alanlar:

Ankara Sincan’dan: Abdurrahim Karakoç, İhsan Kurt, İbrahim Yalçınkaya, Mehmet Aycı, Sezgin Mutlu, Taner Bilen, Seyfettin Güneş, Duran Yılmaz, Aydın Seven, Ahmet Uluşan, Talip Uluşan, Hüseyin Yalnız, Mevlüt Tamgüç, Yaşar Özdemir, Remzi Çayır, Hacı Ali Demir.

Ankara’dan: Fehmi Genç, Ahmet Yalçınkaya, Nevin Korucuoğlu, Mehmet Akyol, Ender Yoldar, Ahmet Tufan Şentürk, Necip Öztürk, Cemal Kuru, Ahmet Yardımcı, Ahmet Güneş, Cemil Bacak, Nesimi Şahindokuyucu, Erol Uslu. Bahtiyar Öztürk. Polatlı’dan: Hüseyin Beşler, Beypazarı’ndan: Musa Uçar, Ayaş’tan: Mahmut Taş. Eryaman’dan: Ertuğrul Adal.

Kayseri’den: Ahmet Tevfik Ozan. Kırşehir’den: Ahmet Günşen. Samsun’dan: M.Halistin Kukul. Çorum’dan: Arif Ersoy, Durdu Şahin. Yozgat’tan: Durali Doğan, Mustafa Uslu. Adana’dan Tayip Atmaca, Bestami Yazgan ve Osman Karataş. Beypazarı’ndan: Erdal Noyan, Aşık Şefkati, Antalya’dan: Hadiye Budak, Tayfun Tural, Abdurrahman Keskin. Tokat’tan: Rakıp Şahin. Manisa Alaşehir’den: Ahmet Necati Demir, Dilek Deri Alduran. İzmir’den: Nihat Aşar, Hamit Yakar. Balıkesir’den: Zehra Pınarses. Elazığ’dan: Celil Özen. Almanya’dan: Selahattin Kaynar, Hazım Ekrem, Nezih Kınıkaslan, Kemal Petriçli, Mehmet Fatih çiftçi. Trabzon’dan: Mehmet Balcı. Van’dan: Hıfsullah Ataçlı. Aydın’dan: Arif Uyguç. Aydın Nazilli’den: Kerim Özbekler. Gaziantep’ten: Özgür Tekbaş, Nihat Kanalıcı. Kocaeli’nden Kamil Özsoy. İstanbul’dan: S. Ertan Altınok, Turabi Dogri, İsmet Gülnihal. Zonguldak’tan: Yılmaz Yavuz, Bursa Karacabey’den: Sefer Önen, Gemlik’ten: Yücel İpek. Malatya’dan: Necmettin Özpolat. Konya’dan: Saliha Kanber, Uğur Köfe, Eskişehir’den: Mustafa Ünal, Bitlis Ahlat’tan: Salih Yılmaz.

 

İnsan ve Kültür Ocağı Dernaği Yönetimi; Genel Başkanlardan Mustafa Nevruz Sınacı, Yönetim 
Kurulu Üyeleri Abdurrahman Civelek ve Rıfat Perçinel, Genel Muhasip Hasip Özmen, Üye Taner Bilen, Genel Sekreter Bekir Yalçınkaya, Genel Başkan Recep Er ve YKÜ Ziya Aydın. 
   

     ŞAİRLER YAZARLAR VE SANATSEVENLER DERNEĞİ 
          YAZSAN-DER ve İKO ile gelen dostluklar 

    Göktürk Mehmet Uytun, Enver Tuncalp, Ramazan Güngör, Ahmet Doğan, Münir Menaf Bayar, Mehmet Cebe, Muhammet Zeki Mert, Bekir Sıdık Özyıldırım, İhsan Sözer, Hamit Fethi Gözler, İsa Kayacan, Sebahattin Çankaya, Abdullah Ortaç Özdemir, Yakup Orkun Yavaş (Şehid Ülkücü şair öğretmen Hasan Hayali Yavaş’ın yeğeni), Abdullah Satoğlu, Rabia Gölbaşı, Nazır Çiftçi, Günay Deniz, Hamdi Mert, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Halil Soyuer, Sebahattin Afacan, Tevfik Turan Atasever, Melek Melih Bayrı, Niyazi Yılmaz, Yıldız İremgün, Selçuk Alpaslan, Vahit Duman, Emine Akbulut, Mualla Karakullukçu, Fethi Tevetoğlu, Abdülmecit Doğru, Emin Bilgiç. Mustafa Nevruz Sınacı, İsmail Kara, Urfi Güvel, Hasbi Güven, Aytekin Ataman, Abdurrahman Civelek, Ziya Aydın, Recep Er.

            Şiir toplantılarıyla gelen dostluklar
    Isparta’dan Zeki Çelik, Melahat Ecevit, Konya’dan Ahmet Tufan Şentürk, Yozgat’tan Şakir Susuz, Ankara’dan Yahya Akengin ve diğerlerinden Agah Oktay Güner, Cemal Safi, Bekir Mutlu, Yıldız İremgün, Selçuk Alpaslan, Cengiz Ketene (Kerküklü), Ahmet Canbaba, Aşık Gözübenli, Aşık Hüseyin Çoban.         
                SİNCAN'DA YAŞAYAN ÜNLÜLER

    Biliriz ki her şehrin önderleri, namlıları ve başarıyı temsil edenleri vardır. Ama esas önemli olan, onların ölçüde nereye kadar ibre yükselttikleridir.

   
Basın Danışmanlığını yaptığım Etimesgut Belediye 
eski Başkanı Yalçın Beyaz'ın Hedef Ankara ziyareti


Sincan, ünlüleri itibariyle bir ölçüye vurulduğunda bana göre bu ülkenin göz doldurucu bir noktasında yer alır. Sporda ikinci bir Sinan Şamil'in, psikolojide ikinci bir İhsan Kurt'un, şiirde Karakoç'un ve dahası alt satırlara aldığımız sanatçı, gazeteci ve edebiyatçı misali ikincilerin olamadığı Sincan, bütün bunları konuşmadı ve konuşturmadı da, akıl ve mantığını bir Yıldız'a astı.. Bekir Yıldız, heyecanına yenik mi düşmüştü.. Veya bu ülke O'nun heyecanına mı tahammülsüzlük göstermişti.. Bu meseleyi; 'isteyen tersinden, isteyen düzünden okusun' mealine bırakıp, şunu tarihin çok çok ileri bir noktasına lüzum eder düşüncemizle havale edelim de, bu mikyası büyük sanat-edebiyat-spor ve yerel gazetecilik merkezi Sincan'da 1995'te, Bekir Yıldız tarafından gerçekleştirilen Sincan Belediyesi 1. Şiir Günleri'nin nasıl bir gelenekte idam sehpasına çıkarıldığına bir bakalım mı? Parklardan yerel basının ismini kaldıran yerel idarecilere kadar bu şehirde hangi sıfatı 'Başkan' olan adam Karakoç'a bir vefada bulundu? Sanatçısını gözardı eden, dünya klasikleri arasına giren hemşehrisi şair ve edebiyatçısına kıymet gösterisini musallada ziyarete bırakan, ödül-mödül bir tarafa hâl hatır soramaz ve "Gün" dedikleri aldatmacaları dahi tam gediğine oturtamaz bir acemi ve bencil makamiyet ve makamiyetçi.. sana şimdi; 'yazıklar olsun!' desek, onların idrakleri itibariyle üç kuruşluk itibarımızdan da oluruz. Her neyse.. o, Sincan'da yaşayan değerleri değer kefesine koyamayanları tarihin infaz gününe bırakıp şimdi "Sincan'ın Ünlüleri" olan 'Bizimkiler'e dönelim.



Abdurrahim KARAKOÇ
: Ümmet babayla Fatma ananın oğulları Abdurrahim.. 1932 Elbistan Cela doğumlu ve Mihriban'la Türk İslâm Enderhan'ın babaları büyük üstad.. O'nu tanıdığım yıllarda, çoktan Elbistan Ekinözü Belediye Saymanlığı'ndan emekliye ayrılmış ve Sincan'ın Ünlüler Mahallesi Fatih'e mekân kurmuştu. 1986'lı yıllar Mustafa Boşdurmaz'ın gazetesi Yeni Ufuk'ta Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı olan büyük dâvânın güçlü şairi; Kuşların Gözbebeği’ne Türk-İslâm yazısını yazmasıyla tanınıyor, Musa Eroğlu'nun bestelediği Mihriban'dan önde seyreden bir hayatı yaşıyordu.

   Sonra.. yıllar yılları kovaladı ve Karakoç'un adeta önüne fırlayan Mihribanlar, Sultanlar, Bebekler ortaya çıktı.

 Şaşıyorum; bu toplum, yavrusunu yutan timsah misali, çoğu kez Karakoç'u mideye indiriyor. Sahte gözyaşları içinde 'Karakoç!' dediğinizde, 'Abdurrahim Karakoç' ısrarınıza 'O kim?' sorusunu yöneltenler, bu büyük üstadın kimliğini ısrarla Mihriban'dan okuyor. Abdurrahim Karakoç, sülâlesinde 7-8 şair bulunan, bu ülkenin belki de tek ailesinden. Şiirleriyle bir devrin manzarasına lüzumlu en milli heyecanı veren adam.. bana göre hiçbir zaman, dünün omuzunda fotoğraf makinesi taşıyan bir Nebil Özgentürk kadar bile unvan ve maddi imkânlar yolunda yol katedememişse.. onlar -nebilsin- ki elbette şaşarım.

   Karakoç; Eserleri hep ucuza giden, ama memleket satıcısı Pamuk'un 3-5 milyon Euro'sundan daha kazançlı bir hâl arzeden adam, keşke bu hâl üzere bırakılsa ne alâ..

 Adama bakar mısınız, ne diyor; "Mahkûmların İnfaz Postası Gazetesi'nde yayınlanan şirlerini çalmakla ün yapmış olan Abdurrahim Karakoç, yine İnfaz Postası'nda yayınlanan; omzumda sevda yükü/Tellerde seni aradım/Şarkı şarkı türkü türkü/Dillerde seni aradım" dörtlüğü ile başlayan şiirimi çaldı ve İbrahim Tatlıses'e sattı. Kendisi ile görüştüm. Bu şiiri sevgilisine yazdığını söyledi. Halbuki bu şiiri ben tasaffuf olarak kaleme aldım. Allahutealâ'ya yazdım. 22 dörtlükten oluşan bu şiirim Allah'a kavuşmayı isteyen birtemayla(ş)azılmıştır. "Girdim yeşilden sarıya/Sordum ölüye diriye/Peteği verdim arıya/Ballarda seni aradım. Dinim İslâm dilim gazel/Birleşir ebedle ezel/Ayırmadım çirkin güzel/Kullarda seni aradım.

   Murat Sincar Sosyal Demokrat bir sanatçı. Abdurrahim Karakoç'un Suları Islatamadım adlı kitabında yayınlanan Bebek adlı şiiri alıyor ve besteliyor. Şiire birkaç satır ekliyor ve söz yazarını bile yazmıyor. Abdurrahim Karakoç çıkıp bu şiir benim diyemiyor. Ama ben çıkıp yaygarayı basıyorum. Bu şiir benim diyorum. Şiirin gerçek temasını Murat Sincar'a soruyorum. Saçmalıyor. Ben anlatıyorum ağzı açıkta kalıyor.”

 Sosyal Demokrat Murat Sincar'a açık ağız bıraktıran şiir Bebek'in hikâyesi neymiş peki? Anlatıyor adam..

  Mehmet Eren, Osman Keskinkılıç, İhsan Kurt ve Bekir Yalçınkaya ünlü şair  Abdurrahim Karakoç ile Sondakika Gazetesi bürosunda birlikteler

"Bebek şiiri yıkılmaya başladığında Rusya'daki anasının karnındaki bir bebek için yazılmıştı.Tez çık haram süt bul, beleş kundak bul/Hırsızlık mübah yüzsüzlük makbül/ Hukuksal açıdan bir olanak bul/Sonra geç kalırsın yağmaya bebek.. Bunun önüne geçilmesi için bir şeyler yapılması gerek. Ben kendimin değil sanatı çalınan tüm amatörlerin korunmasını istiyorum. Eserlerin gerçek sahiplerine maledilmesini istiyorum."

Adamın bahsettiği ve üstad Abdurrahim Karakoç'un mahkûmların İnfaz Postası Gazetesi'nden çaldığını iddia ettiği şiir, 1975'te baskısı yapılan üstada ait Suları Islatamadım kitabının 62. sayfasında yer alan Bulduktan Sonra Arama başlıklı şiir. 6 kıtalık bu şiirin 2. kıtası; ‘Omzumda Sevda Yükü’ ile başlıyor. Bu dörtlüğü adam doğru yazıyor. 5. kıtada yer alan bölümü ise 1. mısrayı; 'Bahçem çiçek bağım gazel' iken; 'Dinim İslâm dilim güzel' şeklinde ıskalıyor. Sadece burada mı? Hayır.. ‘Yollarda seni aradım’ mısrasında da ‘Tellerde seni aradım’ diyerek ıskaladıkça ıskalıyor.

   Sonra, Bebek şiirinde tamamen şuursuz  durumuna giren bu esemesi(!) tarumar adam, Türkiye'deki talân devrini yansıtan şiiri anlayamayacak kadar perişanlık arzediyor ve Türkiye’deki hırsızlıkları yansıtan  şiiri Rusya'ya atıyor. Bebek şiiri Karakoç'un eseri Suları Islatamadım namlı ve 1983 Ocak Yayınları imzalı kitabının 112. sayfasındadır. 7 kıtalık bu şiirin 6. kıtasını tashihli bir şekilde kendisine maleden adama göre 'Hırsızlık mübah, yüzsüzlük makbül' mısrası Karakoç'un eserinde; 'Yalancılık mübah, yüzsüzlük makbul' olarak kayıtlıdır. Yalancılıktan bir hece çalan yüzsüzlük ve u'su çift noktalı olan makbul, bu eserde yer almıyor, alamaz da..

   Peki bu adam kim? Yani Karakoç üstadı, Türkiye'de seceresi en temiz, şiirde kabiliyeti en yüksek birisi olmasına rağmen, eser hırsızı tutan madrabaz kim? Çok amatörce Bayrak-Gazete Dergi çıkaran  Ayhan Köksal isimli bir zat. Aynı derginin aynı sayısının 27. sayfasında -ki tarih ve sayısını bulana aşk olsun- İbrahim Sadri'yi de 'Ben içerdeyken sen' şiirinin hırsızı tutan ve yine İnfaz Postasında yayınlandığı ilk şiirlerinden 'Yadelden yanıma çağırdım seni' şiirini de Hakkı Bulut'un çaldığını, kasetine de söz: Hakkı Bulut-Cevat İzancı yazdığını iddia eden Ayhan Köksal, yine zırvalıyor ve diyor ki: "Bu şiirim Hakkı Bulut tarafından bestelendi. Kasedin kabına söz: Hakkı Bulut-Cevat İzancı diye yazıldı. Balıkesir'de radyoculuk yaparken Hakkı Bulut'u canlı yayına çıkarttım ve bu şiiri benden çaldığını itiraf ettirdim. Özür diledi."

   Aman..! Ne maharet, ne maharet.. Adamın, ‘Hakkı Bulut çaldı’ diyerek yaygarayı bastığı bu şiir de Abdurrahim Karakoç'a ait. Başlığı 'Girdapta Bir Can' olan bu eserin çalıntı denilen mısrası da hemen şiirin başında yer alıyor.

   Evet.. yıllar sonra.. kendimizi adam zannettiğimiz zamanlar içinde halâ, üstadımız ve çok muhterem ağabeyimiz Abdurrahim Karakoç’un niye Suları Islatamadığı’nı ve hangi sebebten Vur Emri'ni verdiğini anlayamaz hâldeyiz.

   ..Ve halâ İkbal'iymiş, Uğur'uymuş, İlkan'ı, Yusuf'u, Şebnem’i veya Bedirhan'ıymış, bir sürü insanın nesirleri şiir, şiirleri de nesir diye tersinden okudukları yalancı ve yüzsüz aynalarda, Karakoçlar'ın yüz gösteremediğini anlamış değiliz..

   Abdurrahim Karakoç, Sincan'ın Fatih'inde, bir Kaygusuz Yurdum Sitesi'nde oturan, sakin ve esas o hırsızlara ekseri el sallayıp 'Muazzam Yol'unda yürümeye devam eden bir şairdir. Yerel gazetelerde başlattığı yazarlığını Vakit'te tamamlayacak sanırım. O' ülkenin gelmiş geçmiş şairleri arasında hicvi eksiksiz işleyen ve Nefi ayarında bir büyük değer iken nice eserlerini çaldılar. Emeğinin hakkını tam vermediler. Üstelik, eserinin hırsızları tarafından, eser hırsızı bile yapıldığı oldu.

   Ben.. bütün bunlara rağmen, Abdurrahim Karakoç'u, Islatamadığı Suları kadar berrak, ak ve pak bilirim. Hasan'a Mektuplar'la başlayan şiir dünyasına El Kulakta Vur Emri vererek Kan Yazısı'nı yazdı. Suları Islatamadığı bir devrin ardından Beşinci Mevsim gibi bir fazla mevsimleri Gökçekimi'ne bağladı. Ve ve.. muhayyileleri allak bullak eden bir üslûp, bir manzum ve hece ustalığı, bir hiciv ve de yanı sıra sevda yüklü eserleriyle, en sağda olmasına rağmen 'Sağ ve Sol' lâflarını mutlak hakikat adına birleştirmesini bildi.

   O' böylece herkesin ve her kesimin sevgilisi oldu da, madrabaz ve mukallitlerin hırsızı olmaktan kurtulamadı..
İhsan KURT: Sincan'da eğitimci iken master sonrası Kırşehir Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak hizmet veren İhsan Kurt, bana göre Sincan'da yaşayan sanat ve edebiyatçı camia içinde en çok kitap namlı eser üreten bir yazardır. Yazarlığının yanı sıra şairliği de bulunan İhsan Kurt'un eserleri arasında: Kitapsızlık Hürriyeti, Bilim Tarihinde Keşiflerin İç Yüzü, Türk Atasözlerine Psikolojik Bir Yaklaşım, Çiledeki İnsan Necip Fazıl, Çamlığın Başında Tüten Tütün, Çıraklık Eğitimi, Çıraklık Dönemi Türkçe Ders Kitabı, Yetişkinler Okuma Kitabı, Rehberlik ve Ruh Sağlığı, Halk Eğitimi-Yetişkinler Eğitimi ve Psikoloji, Özel Eğitim, Psikolojiden Kültüre, Yetişkin Eğitimi ve Bir Yüreğin Türküleri yer alıyor. Bozok yüreklilerin, Yozgat Akdağmadeni'nden olan, ama Sincan'da yaşayan, bizimle ve Abdurrahim Karakoç, Ramazan Gürgün ve de İbrahim Yalçınkaya ile bu ilçenin bağrından çıkan Yeni Ufuk'un yazar kadrosundan olan dostum İhsan Kurt, emekliliği sonrasında da hayatını devam ettirmede Sincan'ı seçti. Kurt, halâ yazmayı ve ‘hayır sayfası kapanmayan eser sahipleri’ çizgisine tabi olmayı yeğleyen bir güçlü kalem.. Ve ben O'nu Abdurrahim Karakoç, İbrahim Yalçınkaya ve Ramazan Gürgün'den müteşekkli fotoğraf karemizde hep 'fikir adamı' olarak seyreder dururum..
İbrahim YALÇINKAYA: Mollalar ve Topallar sülâlesinin oğlu, TRT'de yıllarca şeflik yapan şair ve yazar. Uzun süre Sincan'da yaşadıktak sonra emeklilenip Anamur'a dönen, Anamur'un Çarıklar köylüsü.. Ramazan Gürgün ve İhsan Kurt gibi kadim dostluğa imza koyan bir edebiyatçı arkadaşım.

   Akçapınar kitabında da Ötelerden Öteye'de de Yörük geleneğinden izler gördüğüm ve soyadımdan İbrahim, Yalçınkaya'ların ta ötelerinde yine Dul Kadın'ın ötekisini kaleme almış mıdır bilemem, ama O'nun yüreğinin çokça tarafının Sincan'da kaldığına eminim. Çünkü çok değer verdikleri Karakoç Abi'si halâ burada..

   İki çocuk: Aybala Tuğba ve Aytekin Tuğra..

  Şu isimlere bakar mısınız? İbrahim adına ‘Anamurluoğlu’ mahlasını edebi alanda reva gören Yalçınkaya, ardında özlendirecek bir adam bırakarak geldiği Akdeniz sahillerine yeniden gitti ve yıllarca yaşadığı Sincan'da kaleme aldığı eserleri buralarda bir yerlerde kaldı..

Bekir YALÇINKAYA: “İlkokul, ortaokul, lise.. Kısacası yarım kalmış bir üniversite eğitiminin üstün gelemediği hayat üniversitesinden diplomasız diplomacıyım. 1961’den bu yana şiir, makale ve gazeteciliği süsleyen röportaj-haber.. daha öncesinde Şeker Öğrenci Yurdu ve Sincan 1. Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü İdare amiri görevinde bir koşuşturma.. 1994’te KTV (Kanal A) Kurucu Genel Yayın Yönetmeni. Kanal 6 Buram Buram Türkiye Proğram Müdürü ve yapımcısı. 97/2000 arası Etimesgut Belediye Basın Müşaviri. Yaz-San-Der Genel Muhasibi ve İKO (İnsan ve Kültür Ocağı) Derneği Genel Sekreteri. Yüze yakın, ama göze uzak yerel ve günlük bir çok gazetede şiir-makalesi yayınlanan İki Yürek’le, Taşların Beyinleri kitaplarının fanileşecek sahibi. Adına yazarlıktan ziyade şair denen hicvin hastası. Futboldan boksa, koşudan güreşe, dahası da var amma.. ensesi cılız, cebi delikli; yani üç metelikli bir adam, kimdir? diye soran olursa O’ benim..” diyen Bekir Yalçınkaya, yüzlerce şaire dost ve sayısı hesapsız okurun fikir amelesi.. Ve, kendisinde hayat bulacakları zannıyla ardından sadece Dinazor’ların koştuğu çeşidi kısır bir adam..
Bekir Yalçınkaya ve Mehmet Aycı (Bu Resim birlikte çıkardığımız İki Yürek 
isimli kitabımızın arka kapağındaki biyografide kullanılmıştır
 
Mehmet AYCI
:
Benimle ortaklaşa çıkarttığı İkinci Yürek'in;

"En güzel türkümü böldüm yarıda

Kestim yüreğimi sana getirdim"  diyen şairi..

   Şiirde ve nesirde iklimler ötesine varan genç bir kaabiliyet.. Düzgün bir hayat ve disiplinli bir memuriyetlik O'nu sonunda istediği mertebesi 'basın müşavirliği'ne kadar yükseltti.

   Ama, Aycı şair olmak adına Türkiye'de, adeta 2. Evliya Çelebi gibicesine en çok gezen oldu. Sincan'da olan uzun beraberliğimize rağmen, ben O'nu hep birbirinden üstün şairlerin arasında mikrofon titretirken işittim. Zamanın Sincan'ında yaşadı ve zamanın Sincan'ının geldiği noktalar gibi bir yolun yolcusu olmayı başardı da, Yıldız'ın ihdas ettiği Sincan 1. Şiir Günleri’nin ikincisini hazırlama geleneğini başaramadı.. Benimle birlikte İki Yürek kitabımızın İkinci Yürek kısmını tamamladıktan sonra Mor Kitap ve Aşk Bir Deniz Rüyası eserlerini edebiyat dünyasına kazandırdı. Zaten Sel, O'nun ilk göz ağrısıydı. Saimbeyli'de doğan ve Zincirli'de mazisine ışık bulan billûr yürekli şair Aycı, her ne kadar zirvelere, hem de çok çabuk yol alsa da O' Sincan'da yaşayan, hattâ Sincan'da büyüyen bir şairdir. Şiirin değerini ve şiir severlerin hangi şiiri sevdiğini, şiirimiz 'Hasret İsteme' ile tahlil ve tesbit edecek kadar usta bir his adamıdır O'.. Ki geleceğin edebiyatçıları arasında, başlarda ismi geçecek birisi olarak göreceğimiz muhakkaktır.

Abdülkadir BUDAK: Bu ismi çok evvellerden, dergilerden ve
 şairlerin şiir seanslarının Yazılı Kağıt’taki anonslarından tanıyordum.. Sonra O', yıllar önce yaşadığı Sincan'a dönünce ve güzel bir dergi çıkartmaya başlayınca, hem göz, hem de yürek aşinamız oldu. Her ne kadar kendi ifadesiyle; "fikri ve siyasi görüşümüzde farklılıklar var' idiyse de, 'fikirlerden önce insana insan gözüyle bakıyor' olan bende Budak, tanıdığım ilk andan itibaren mütevaziliğiyle 'Efendi' olarak kabul gördü.

   2007'nin ortalarında çocukluğunu geçirdiği, ilk eğitimini aldığı yere 'Sincan İstasyonu'nu kuran Abdülkadir Budak, böylece 35 yıldır yazdıklarının tarihini; 36. yıla, 15 olan eserlerinin sayısını da; 16'ya çıkartmış oldu. Aslen Sivaslı olmasına rağmen tıpkı bizim gibi hem öncesinde Sincanlı'ydı ve edebiyat sayfasını Sincan ile açtı, hem sonrasında bu geleneğini -sanırım öyle- Sincan ile sürdürecektir.

   O' Sincan Lisesi'nin kurucusu ve 1962'li yılların ender okullarından olan bu okulda müdürlük yapan Nusret Güngil'lerin öğrencisiydi. Pektabii aynı zamanda rahmetle andığım eğitimci ve Sincan'a ilk yerel gazete Sincan'ın Sesi'ni kazandıran gazeteci Muharrem Yılmaz'ın da sınıfında ders görücüydü. Özgüneş forması altında futbol da oynayan ve üstad Cahit Külebi'nin aradığı genç şairler arasında yer bulan Abdülkadir Budak, Sincan'da çıkarttığım Sabır Dergisi'nden sonra inkitaya uğrayan dergiciliği canlandıran ve gerçekten kalemi, hafızası, sevgisi, meslek sevdası, kısacası insanlığı muazzam bir isim.. En azından, geçmişindeki siyasi atmosfere bana ne kabilinden baktığımda Sincan'ı çok seven bir şair ve yazar.. Bu ruh hâlini onun bir çok kitabında görmek mümkün. Geçti İlk Yaz Denemesi, Şimdi Yaz, Gömleğim Leyla Desenli, Sevdanın Son Kerem'i, İmzası Gül, Yanlış Anka Destanı; Aşk Beni Geçer, Endişeli Fesleğen, Ahşap Anahtar, Ev Zamanı, Sana Bakmak, İşaretler, Bir Gül Çocuk, Kuşların Alfabesi ve Ayna Sandım Şiiri kitaplarıyla, sessiz ve derinden: 'ben üretken bir şair ve yazarım' demeye çalışan Budak, İmzası Gül, Aşk Beni Geçer, Bir Gül Çocuk ve Kuşların Alfabesi'yle 5 ödül kazanan düzgün ve güçlü bir kalem..  O Sincan'ı çok seviyor sevmesine de, ya Sincanlı O'nu ne kadar seviyor? Şimdilerde bu sorunun cevabı için Sincan İstasyonu'na gelen ve gidenleri saymaktayım ve ara sıra şiirlerini okumaktayım: "Bol gelirken gündüze gecenin elbisesi/Ankara'da başladım yeni bir gurbet faslına/Ben gelince gitmiş herkes çiğdemler çiçeklerle/Hiç bir şey görünmüyor Sincan'da bir sokağa/Ya bir perde çekilmiş, ya da perde gözlerimde.."

Muharrem ŞEMSEK: Çorum'un Kınık Köyü'nden olan bu nadide milliyetçi insanın özel ve mesleki hayatına baktığınızda gördüğünüz seviyeli memuriyetliğin sıkıntılarını ve yorgunluklarını hep dinlendirdiği yer olarak Sincan Fatih Mahallesi'ni görürsünüz. Şemsek de Sincan'da oturan ünlüler sınıfından bir siyasetçi. Öğretmenlikten haz duyduğu günler esnasında Sol gruplar tarafından uğradığı saldırı neticesi felç olsa da MHP Gençlik Kolları Başkan Vekilliği'nden Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı'na, oradan Ülkü Bir Teşkilat Genel Sekreterliği'ne, oradan da MHP kuruculuğu ve Genel Başkan Yardımcılığı'na kadar yükselme azmi gösterdi. Bu önemli görevlerin ekseriyetini; Sincan'da yaşadığı ve beni de Yeni Ufuk Gazetesi Yazıişleri Müdürlüğü'nü yürüttüğüm günlerde hem tekerlekli sandalyesiyle ziyaret eden, hem de gazetede yazarlık yapanlardan olduğu günlerde yerine getirdi. Ne zaman MHP Genel Merkezi'mde ziyarete gitsem, önüme çıkan sekreterlik protokolüne; "bırakın Bekir ağabeyimi. O'na randevu gerekmez. Ne zaman isterse büroma alınmalı' diye talimatlar veren ve MHP 19. Dönem Milletvekilliği’ne kadar yükselen Şemsek, Devlet Bahçeli'nin seçildiği kongrede genel başkan adaylığından çekilecek kadar tevazu gösteren asaletli bir milliyetçi-ülkücüydü.
Abdurrahman KÜÇÜK
:
Zaman öyle bir zamandı. Ve öyle kalan zamanlar içinde nasıl ki Muhsin YAZICIOĞLU, Fahrettin Piyade, Şevket Bülent Yahnici, Muharrem Şemsek veya İsmail Hakkı Yılanlıoğlu'ndan, MBK'nden Mehmet Alanyuva'ya, yazar camiasından olan İbrahim Ethem Atalay ve Sacit Sönmez'den İbrahim Dönmez'e kadar bir çok milliyetçi vasıflıları tanıma ve birlikte olma şansım olduysa, Abdurrahman Küçük için de öyle oldu ve Küçük'ü Sincan'da yaşayan bir siyasetçi ve eğitimci kimliğiyle tanıdım. Zaman zaman kendi eksenindeki dâvâ neferlerine seminer mahiyetli konuşmalar yapan Küçük, İlâhiyatçı olması sebebiyle manevi, uhrevi tavsiyelerde de bulunurdu. Kredi Yurtlar Kurumu Kredi Müdür Yardımcılığı'ndan İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Dekan Yardımcıığı, MEB Yaykur Planlama Proğramı ve Değişim Başuzmanı gibi hizmetlerini, bir dönem MHP'den milletvekili olarak çatısı altında bulunduğu TBMM'nde de Eğitim Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanlığı ile devam ettiren Abdurrahman Küçük'ün, Şemsek'ten farklı yanı, genellikle her dönem MHP'den ısrarla milletvekili adaylığını sürdürmesidir. Küçük, 2007 genel seçimlerinde de MHP Ankara Milletvekilliği için 6. sırada mücadele veren ve Sincan Fatih'te ikamet etmiş bir profesör doktordur.

Gazeteci Yaşar İnatçı, SİGEV Başkanı Sefer Armutçu, Sinan Şamil Sam, 
Bekir Yalçınkaya, Memnune Endiçen ve Taek-won-Do antrenörü Adem Demir
Sinan Şamil Sam Sincan Belediye eski Başkanlarından Aziz Gürsoy ile (1992)
 
 Sinan Şamil SAM:
Türk boks tarihine damgasını vuran Sinan Şamil Sam'ın annesi Sevim Sam ile 27 Şubat 2005'te Özsakarya'da bir röportaj yapıyorum. Herkesin uzaktan tarife çalıştığı Sinan'ın, yani O' annesinin hiçbir boks maçını seyredemediği ve seyretme şansını maç sonuna tehir ettiği sevgili oğlunun en doğru tarifini anne Sevim Sam veriyor.

  Bir gazete sayfasını dolduran o çok manidar röportajdan kısa bölümleri bugüne aktaracak olursak Sinan ile ilgili söylenmiş sözler ve kullanılmış tabirler şunlar:

  "-Sinan hem boksa giderdi hem de futbola. O yaptığı işlerin en iyisini yapmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur.

   -Sinan'ın öğretmeni İrfan Atak'tı. İrfan Bey çok efendi ve Sinan'ın eğitimine çok önem veren bir öğretmendi. Onun iyi bir çocuk olarak yetişmesindeki katkısını hiçbir zaman unutmayacağız.

  -Sinan bu ilçe için çok önemli tanıtım sebebidir. Sincan, adı kötüye çıkmış bir yer ve hepimiz yaşadık, biliyoruz. Burada yaşadığımızı söylediğimizde "orada huzurlu yaşayabiliyor musunuz? diye sorulan bir yer Sincan.. Boksta böyle başarılı bir insan Sincan'ın o kötü imajına vurulmuş damgayı silebilmek adına değerlendirilecek birisidir.


                                                         Sinan Şamil Sam Sincan Belediye eski Başkanı Aziz Gürsoy ile  

-Ben inanın Sincan'ı çok seviyorum. Çünkü çocuklarımı babasız büyütürken burasıyla ilgili çok büyük hatıralarımız oldu. Hem, Sinan'ın da önem verdiği değerler var burada. Meselâ öğretmeni İrfan Atak ve belediye başkanı Aziz Gürsoy gibi insanlar.. Boks hayatının en heyecanlı günleri de burada başladı.

   -Sinan'ın bu duruma gelmesinde en büyük rolü bir Rus antrenör oynadı. Adı Artur Lavrol olan o adam Sinan'ı yetiştirdi. Sonra babasının Almanya'dan arkadaşı Ahmet Öner, Sinan'ı Almanya'ya götürdü. Ama milliyetçi olan oğlumu yurt dışına gitti diye hain bile ilân ettiler.

   -MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli beni yılın annesi seçti. Bana verdiği madalya Sinan'a verilen madalyalarla birlikte evimizde duruyor. Biz bu madalyaların hepsini ayırmadan aynı gözle bakıyoruz.

   -Ben burada yaşıyorum ve diyorum ki bu ülkede ikinci bir Sinan çıkmayacaktır. Sinan 2. Grup maçını ülkesi Türkiye'de yapmak istiyor, ama salona Clay Bey maçına gelenler kadar yeterli gelen olmaz endişesi var. Şu an dünya 3. oldu. Eğer dünya şampiyonu olursa benim kanaatimce Sinan boksu bırakır."
  
Ünlü Boksör Sinan Şamil Sam'ın annesi Sevim Sam ile röportajımdan

Evet, Sevim Hanım'ın bu anekdotlara dil verdiği o günlerde Sinan Almanya'nın Başkenti Berlin'de Amerikalı boksör Lavrence Clay-Bey ile yaptığı maçı kazanıyordu. Kıtalararası Ağır Sıklet Boks klasmanında olan bu mücadele sonrası dünyanın dikkatini çeken Sinan Şamil Sam da diğer ünlü isimler gibi Sincan'da büyüdü ve zaman zaman O'nu burada bir yerlerde güvercin uçururken gördüğümüz gibi, adına hazırlattığımız plaketleri, hazırladığımız takdir proğramımızı reddedişi sebebiyle çöpe attığımız da oldu. Ne yazık ki Sinan birkaç meslekdaşımızın dolmuşuna binerek ne Ahmet Andiçen'in kızı Memnune'yi, ne Sefer Armutçu ile bizi dinlememiş, Belediye Başkanımız Hasan Altın, Kaymakamımız Ertan Yüksel ve AKParti İlçe Başkanı Rıza Gezer ile daha bir çok 'külfete varım' diyen insanı yüzüstü bırakmıştı..

   İşte fitnenin hesabı ve filmin sonu denilen şey bu olsa gerek..

Bekir YILDIZ: Abdullah İnal'dan Ahmet Eryarar'a, Ahmet Andiçen'den Zeki Uğur'a.. Hattâ Şuayip Çalkın, Niyazi Yıldırım ve Necip Işıtman'dan Ali Rıza Acar'a .. O'ndan beride Aziz Gürsoy'a dek Sincan'ın mimarları sayılanlar, O'nun kadar popüler olamadı değil, yapılamadı. Tabii bunların O'ndan geride kalışları, isimlerinin Türkiye gündemine oturamayışı sansasyonel bir sayfanın açılamayışına işaretti. Yıldız'ın içki yasağı da, Hindi'ye yılbaşı ambargosu da ta.. 1956'lı yıllardan 1995'li, 96'lı yıllara değin hiçbir başkanın günlüğünde yer almamıştı. O' söyledi, O' yazdı. O'nun 'O Kaya' deyişi, o 'şırıngayla İslâm'ı aşılama' isteği, malûm çevrelerin özünü doldurdu, gözünü doyurdu. Bazen afaki düşüncelerle, bazen gerekçeli belgelerle yaptıklarına bakılmaksızın sadece ifade ve düşünce özgürlüğüne matuf  bir dâvâsı yürütülen Bekir Yıldız, Sincan'ı tarihinde bir daha yaşanmayacak reklâm tabelasına taşıdı. Böylece Kara Peçesi olmayan insanları Kara Peçeli diye, hayâli rüyalarla halkı sakallı-cübbeli ve yobazlar takımı olarak tanıtılmaya ve tanınmaya vasıta kılındı. Yıllarca icraat adına sabahlayan, uykusuzluğun cambazlığına soyunan bir adam, sadece bir akşamlık İslâmi haykırışıyla yakasına yapışılan ve Kodes'i boylayan zanlı oldu. Düşünceleri adına dedikleri doğru veya yanlış, inançları gereği içki ya da hindi yasaklayışı yerinde veya değil, bütün bunların adı her ne ise, kendisi sayıklarken, ötekiler 'Şeriat Provası' ve 'İran İslâm Cumhuriyeti' militanlığı yaftasıyla isimlendirmeyi tamamladılar. Sonra.. bin yıl sürecek denilen o Postmodern Darbe 28 Şubat'ın yıl yıl kısalan boyu ve küçülen endamı hesaba katılmaksızın, Bekir denilen bu adam ile Sincan Yıldız'laştırıldı.

   Bu ülkede bulunacak pek çok bahanesi olan medya, ne zaman ki sansasyon veya asparagas haberden yoksun olsa Sincan'ın Balans Ayarı'nı kaleme alır. Hep aynı soru ile geliştirilen metinlerin özünü de 'Sincan'ın İmajı' teşkil eder. Türkiye'de hiçbir yerde de böyle bir alışkanlık yok.

   Evet.. Bekir Yıldız; bu tablo itibariyle ele alındığında Bekir Yıldız olarak Sincan'da yaşayan ünlülerden olmayacak da, kim olacak? Hele ki memleketim Şarkikaraağaç'taki Çoban İbiş bile Bekir Yıldız adını hafıza kaydına almışsa, Sincan'ın ünlülerinden biri de Bekir Yıldız olmayacak da kim olacak? Burası Sincan, ama ben halâ Kürtlerin 29. İsyanı'ndan Kerkük ile Diyarbakır destanı okuyan Osman Baydemir'i bile aşan bir Bekir Yıldız'la bozulan bir Sincan'a kafa bozmaktayım. İslâm olmakla PKKlı olmak acaba ne kadar eşdeğer.. Ve cambaz medya niçin Sincan'a yığıldığı kadar Diyarbakır'a yığılıp başkanı makamından ettirici bir vaveyla kopartamadı.. İşte akıl bozucu olan da bu değil mi?
Şafak SEZER
:
13-14 yaşlarında iken Sincan'daki Uzunay Giyim'de iki yıl boyunca tezgahtar olarak çalıştı. Sadece Uzunay Giyim değil Bulut Eczanesi gibi bazı yerlerde hatıra bırakan Sezer, Mehmet ve Selim Uzunay kardeşlerle, buna rağmen hatıra fotoğrafı çektirmedi. Uzunaylar onun birgün ülkede espri ve film dünyasına 'meşhur' sıfatıyla gireceğini bilselerdi 'tezgahtar' çocukla fotoğraf makinasına poz vermezler miydi hiç.

  Bu, Sincan'da yaşayan ama Sincan'dan ötelerde meşhurlaşan adam, küçük birader Selim Uzunay'ın ifadelerine göre 'Uzunayları hiç unutmadı. Son iki yıla kadar da hep aradı ve hâl-hatırlarını sordu.'

  Belki dizi film veya benzer meşguliyet, meşhur Sincan çocuğu Şafak Sezer'e, bu yıllardan sonra, Sincan'a inme fırsatını vermeyecek. Ama bilinmeli ki, o da Sinan Şamil Sam gibi dünya klasikleri arasına yelken açsa da Sincan'a olan bağlılığı hiç bitmeyecektir. Çünkü onun Sincan'daki çocukluk günlerinde, Uzunay Giyim'in verdiği bayram harçlığı bile var. 
Hasan SAĞINDIK
:
Büyük üstad, Türkiye'nin son asırda yetiştirdiği müstesna şairi ve yazarı Abdurrahim Karakoç'un hemşehrisi.. Sazının ve sözünün arasında üstaddan eserler yer alan, kendine has yorumuyla halkın sanatçılığından öte yorum ve taklitlere yer vermeyen özge bir sanatçı…

Şair, yazar, sanatçı, siyasetçi, sporcu ve daha birçok mesleki ekabirliği içerisinde barındıran Sincan Fatih Mahallesi'nin bir diğer ismi.. Şu ünlüler mahallesi dediğimiz Fatih'te oturan Sağındık, 1994'teki Sincan Yerel idare Seçimleri'nde BBP'den belediye meclisi kontenjan üyeliğine aday olmuştu. Sincan'ın ünlüleri arasında bu şehirde yaşayan Hasan Sağındık gerçekten Türkiye'deki salla-malla kıvır-çevirci güruha rağmen edeblice sanatını icra eden vakur bir sanatçı olmayı hep muhafaza etmiş ve sürdürmüştür.

Remzi ÇAYIR: En büyük Silah Barebellum veya X Daire'deki Müdür Bey'in Sekreteri'ne karşı 'Canım benim'in hikâyesini kaleme alan yazar. Milliyetçi Cephe'nin ifadeden ziyade, irade ve temsilde yerini dolduran bir cefa neferi.. Sincan'daki ticari hayat onu her ne kadar madde plânında etkilese de varın ona bir sorun ki, yüreğinde kalan 30-40 yıl öncesinin nice mücadele izleri var. O izler ki, en büyük Silah Barebellum'larla yakılan canların hatıra manzarası verdiği 'sağ ve sol' vukuat tutanaklarında, maziyi işaret ediyor.

Remzi Çayır, daha başka ifadelerde nasıl? Sincan'la ilgisi ne derecede? Siyasette BBP adına yumruk kaldırdığı meydanlar bu ilçenin neresindeydi? Veya o daha ne dedi? Bütün bu soruların cevabı, bugün internet denilen bilgisayar ağında belki vardır; ama geçici teferruat. Ben Çayır'a, Sincan'da yaşayan bir siyasetçi değil, edebiyatçı gözüyle bakıyorum.
       SİNCAN'DA YAŞAYAN EDEBİYATÇI VE SANATÇILAR 
Ozan SEYFETTİN: Ardahan Göle Çayırbaşı Köyü doğumlu şair, halk tarzı şiirlerinde taşlamayı kuvvetli kafiye ve rediflerle insanın beynine işleyen bir memleket adamı. O Sümmani ve Aşık Şenlik'in atışmalarını dinleyerek büyüdü ve şiire merak sarışına sebeb, bu Doğu kültüründen gelen iki aşığı iyi takib edişindendir. O sebebten diyor ki: "Ehil olmayan insana yetki bırakma sakın/Hemi millet zarar görür, hem devlet zarar görür/Cahiller iş başındaysa kıyamet günü yakın/Hemi dünya zarar görür hem ahret zarar görür."

   Ozan Seyfettin şiirlerini yayınlattığı ve bizim de önsözünü yazdığımız Onlar Birer Mehmetçik kitabıyla çıktığı radyo ve televizyon proğramlarında bölgemizde şiir okumadaki tarzı, hiddeti ve ahengiyle en dikkat çekici şair özelliğinde..

Sezgin MUTLU: Güdül İlçesi'nin Yeşilöz Kasabası'ndan olan asker kökenli şair Sezgin Mutlu'yu tanıdığım yıl 1992'ydi. O tarihlerde Bir Şafak Vakti Kolay Olur Ölüm ile bu kitabından önce çıkarttığı Bir Umuttu Diken Tarlasında Gelincik isimli eserlerini şöyle; "Hey ölüm/Madem dostuz seninle/N'olur/Ansızın gelme öyle/Haber ver de/Bir cümle/Hazırlık yapayım öteye" diyerek bize takdim etmişti. "Hakkari-Beytüşşebap, Şırnak/Uludere, Hatay/Hassa, Bitlis/Tatvan veya Siirt/Pervari" desem, galiba siz ölümün oralarda ansızın gelip gelemeyeceğini daha açıkça anlarsınız değil mi? İşte Sezgin Mutu'nun ifadelerine yansıyan şey.. bir muhit özelliği taşıyordu o günlerde.. Daha sonra Sincan'daki bir Karakol'da huzuru buldu ve bizimle dost olmayı nasiplendi.

Yaşar ÖZDEMİR: "Ömrüm yetse bir köyüme kavuşsam/Karacin'i kör çeşmeyi özledim" dese de benim tanıdığım Kardelen müellifi Yaşar Özdemir, neredeyse çeyrek asırdır Etimesgut'ta yaşıyor. Ordu'lu ve Mazmunî mahlasına sığınmış şair yazar Özdemir, soyal ve kültürel yönüyle de zenginlik veren bir edebiyatçı. O' şiir üretir, öğrencileri o üretilmişleri yarışma salonlarında dinleyicilere dinletir ve Yaşar Özdemir imzalı şiirler çoğu kez birincilik ödülü alır. Taşralı olmasına rağmen diğerleri gibi Özdemir'in ömrü de bölgemizde geçecek ve geçmektedir. Bir süre de, Genel Yayın Yönetmeni olduğum KTV'de 'Yaşarken' proğramını gerçekleştiren Yaşar Özdemir, Milli Eğitim'den Yerel İdare saflarına katılışının bedelini ahde vefasızlıkla ödeyerek hüsrana uğradı. Sonra da ardından gelen tehditlerle buhrana düştü. Tıpkı Necip Fazıl'ın bir önceki buhranı gibi 'KUMAR' oynadı. Herhalde şimdilerde Necip Fazıl'laşanlardan olup nezih şiirler yazıyordur..

Mevlüt TAMGÜÇ: Isparta Şarkikaraağaç'ın Sürütme'sinden Demir Kızı Durdu'nun fotoğrafı nakşedilen Kiraz Ana, Mevlüt Tamgüç'ün kitabının adı. Bize ait Sondakika Yayınları'nın Şiir Serisi: 4 faslında yayınlanan ve kapak kompozisyonu da tarafımızdan hazırlanan eserdeki işte O' Kiraz Ana, bizi doğuran ve insan şekli için Allah'ın izniyle yoğuran ana.. Kiraz Ana'ya özel bir ihtimam gösteren öğretmen ve Kalecik Kınık köylü Mevlüt Tamgüç de edebiyatçılar zincirinden..

  "Hey Akif'in ninnisiyle büyüyen bebek/Unuma ki dâvâ Mahşer'e dek sürecek/Hadi davran be.. gayret et, inat et, koşul/İnan! Sen koşuldukça kervan yürüyecek" mısralarında özüne vakıf olduğumuz Tamgüç, şöyle bir Sincan'dan gelip geçse de O'nun bu literatür sayfamızda yer almaya hak kazandığına kaniyim.

Osman TÜRKMEN: 'Aşkın Görünmeyen Yüzü'nü mü arıyorsunuz.. Sincan'da yaşayan şairlerden Kırşehirli Türkmen'le görüşün.. Şairin tarifinin yenilenmesini mi istiyorsunuz, Türkmen biyografisinden bir bölümü; "Yaşam bir duyumsayımlar toplamıdır. Şair duyumsayımların izini sürerken, ya da duyumsayımlarca kovalanırken, sürekli onları sözcüğe dökme, şiir kılma sancısı ile yaşar. O tılsımı yakaladığında da yaratımın, paylaşımın hazzını tadar" şeklinde okuyun, demeye niyetliyim. Ama Osman Türkmen, edebiyata derinlemesine dalmış gibi görünse de, Çiğ Yunus misalinde Kırşehir'in sığlığını veren sözleriyle niyetimi bozuyor. Neyse ki şair; "Bir Anadolu türküsü/Buram buram memleket kokan/Bazen dedem bazen ebem bazen de nenem olan/Bu Kırşehir'in öyküsü/Şeyhlerin, Bektaşi'lerin, Ahi'lerin vardı/21. asırda bıraktığı izleri derin/Edebali'n vardı/Ahi Evran ve Bektaşi Veli'n.." diyor da durumu kurtarıyor, niyetimiz de bozulmuyor.
Duran YILMAZ
:
Yozgat Sorgun ve İsafakı Köyü taraflarından olan Duran Yılmaz, Sensiz Bu Akşam isimli eserini çıkarmazdan önce şiirlerine bizi davet eyledi. 'Kıbrıs bizimdir bizim olacak/Beşparmak dağlarında bayrak dalgalanacak/Bunu bütün dünya böyle bilecek/Kıbrıs bizimdir bizim olacak' mısralarına dalınca O'nun uzun yıllardır bu işle uğraştığını anladım. Kimi şair var ki kelimelerindeki cambazlık dışında bir özellik göstermez. Duran'ı özellikle bu hususiyetten uzak bulduğun için o neşrettiği kitabına emek sarfettim. Yozgatlı veya Kırşehirli, hattâ Maraşlı veya Sivaslı, her nereli olursa olsun, kim, Sincan'ı soluklandığı kadar eser ortaya koyma gayreti göstermişse doğduğu yerden ziyade olduğu yerin tabiiyetinde sayılmaz mı? Duran Yılmaz, böyle bir kimlik veren ve Sincan'da yaşarken Sensiz Bu Akşam'ı, ne yazık ki, ISBN'siz edebiyat dünyasına kazandıran, yani yayınevinin hatasına uğrayan bir şair. Ve Yozgat menşeinden, hem de çok önemli eserlere imza koyan Bozok diyarından edebi geleneğe fikir yoran olmak, elbette Duran Yılmaz'ı  mutlu kılmıştı.
Hüseyin Yalnız
:
Söz Yozgat'tan açılmışken şöyle bir 'Zor Yol'a girelim, diyorum. O Zor Yol'da bir Yalnız Ozan olan Hüseyin de Bozok'ların Çekerekli'si ve yaşadığı Sincan'a o Zor Yol kitabıyla bağlanan bir isim.

 Bir çoğumuzdaki Ülkücü'lük yaftası Yalnız Ozan'da da var ve Sincan'da yaşayan rahmetli Ülkücü şair Mehmet Sait Şimdi çizgisinde, hemen bütün şiirlerini şehitlik, vatan, millet, bayrakla, bunlara son devrin illeti ve milletimize musallat PKK üzerine yazıyor.

  Zaten Yozgat'ın ikinci yüzünde böyle bir tavır öteden beri hep var. Türk siyasi hayatı da, Türk edebi hayatı da Yozgat ve Yozgatlıdan böyle bir nakışı hep aldı ve almaya da devam ediyor. Yanlı ozan'ı ben şair olarak böyle bir nakış çizgisinde değerlendiriyorum. 

Metin ALPASLAN: Güzgülleri Tiyatrosu'nun palyaçosu Ali Can.. Müstear ismini bir kenara attığınızda karşınıza asli kimliğiyle Metin Alpaslan olarak çıkan bir Nasrettin Hoca tiplemesi.. Bazen İbiş, bazen Memiş, bazen de Keloğlan olabilen Soytarı.. Hiçbir zaman aklı tepeye vurmuş Sincanlılar'ın ünlülerinden olamasa da çocukların doğum günü sevinçlerine gülüş, sünnet olma korkularına gönül rahatlığı dağıtan bin bir suratlı ve bin çeşit boyalı elbise içi adam..

   Tanıdığım zamanlara; O' bana göre hep ruhi yapısını dışa vurucu ve palyaçoluğa tıpa tıp uyan bir karakter mührünü vurdu. Sincan'ın bir çok mağazasının önünde, yerel sanatçıların kasetleri eşliğinde, ya Ayaş Yolları'nı teptiğine, ya da Manda Yuva yapmış Söğüt Dalına nağmeleriyle el-kol, bacak-göbek veya boyun ve oyun egzersizleri yaptığına şahit olduğum boyacı küpü kılıklı, kılıksız bir delikanlı.. Nihayet en sonunda palyaçolukla cebelleşe cebelleşe Lokman Hekim'i boyladı da hayat denen nesneyi daha özünden ve yakından tanıma fırsatı buldu.. Şimdi orada sanırım hayatının en tatlı nefesini içine çekiyor olmalı..

   İşte bu duygulara yansıyan Palyaço Ali Can ile Sincan'da Yaşayan Ünsüzler faslımızı da tamamlamakla, hayatın mânâsını daha anlamlı tarif ettik sanırım. Çünkü adı 'yaşam'a terfi ettirilmiş hayatın içinde de nice palyaçoluk veya ibişlik sıfatları yatıyor.

 


Yeni Güç Sahibi Latif Karahan ve Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya, AK Parti Sincan 
İlçe Eski Başkanı ve Belediye Başkan Aday Adayı Rıza Gezer ile bir röportaj esnasında


Not: Buraya aktardığımız  bölümler, Yeni Güç Gazetesi'nde yayınlanan Hadiseler Diyarı isimli eserimize aittir.

                
 
  Bugün 14 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol