Bekir Yalçınkaya Resmi Web Sitesi
  Kara Ağac Tarihi-I. BÖLÜM
 

I. BÖLÜM
1475’ten Günümüze Şarkî Kara Ağac Tarihi
Kara Ağac Öncesi Neâpolis

   Hâmid Livâsı’nda Türkmen Soyumuz’un gelip yerleştiği ve barındığı bölgeler içinde vuku bulan Miryeokefalon Savaşı, kendine has ve hasletkâr bir özellik taşır. Yalvac, Eğirdir ve Kara Ağac ekseninde Malazgirt’ten sonra burada açılan 2. Kapı, Anadolu’da Bizans mallığının umudlarına tarihler boyunca ilelebet sed çekecektir.
   Bölgedeki Beyşehir Gölü, İlhanlı Beğlerbeği Emir Çoban’ın oğlu Demirtaş’ın eliyle, Eşrefoğulları’nın Hâkimi Süleyman Bey’i boğmak suretiyle bu beyliğin hükmünü kaybettiren bir med-cezir merkezidir. (1)
   Kubad-ı Âbâd, Yenişar’da Bademlü’nün ‘Dünya Cenneti’ sıfatıyla Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad’ın kâh istirahat, kâh Karamanoğulları’nın belâlarından sığınma mekânı olan bir tahkimli saraydır.
   Eğirdir akıllı, silâhşör ve iradeli bir Bey olan Hâmid’in açtığı Uluborlu Merkez yolundan, bir asır boyunca yol alıp Bizans Küffarı’na yol vermeyen bir Feleküddin neslin beylik vazifesi sürdürdüğü muazzam bir kaledir.
   ..Ve tarihini öncelikli ele alacağımız Doğu’nun Kutsal Kara’lı Ağac’ı olan Şarkî Kara Ağac, başına gelen ve gelecek olan musibetlerden kurtulmak adına Osmanlı Sultanı I. Murad Han’a satılışına Neşrî’nin: “Ben ol ahdun üzerin tururın didi. Pes Ak-Şehir’i ve Beğ-Şehri’ni ve Yalavac’ı ve Kara Ağac’ı ve Isparda’yı, bu altı pare şehri şer’i mekdupla satubazar itdiler” diyerek not düştüğü Söğüd gölgesinde huzur bulan bir nefsihaneler beldesidir. İşte bu çağların içinden gelen Neapolis evvelli Kara Ağac; Anadolu şehirleri içinde, en evvel tarihi itibariyle ilk defa Büyük İskender’in M.Ö. 334 yıllarında gerçekleştirdiği Doğu Seferi’nin ardından ticaret şehri olarak kurulmuş bir şehirdir. Neâpolis, yani Yenişehir adıyla iskân olunan Zengibar Köyü’nün zirvesindeki 1181 rakımlı ilk dağ ve yamaç şehrini kuranlar ise (2) M.Ö. 3020 senesinde Asya’dan göç ederek (3) Anamas Dağı’nın Gelendost tarafına nazır 2100 metre yüksekliğindeki alanda Başkent Massalar şehrinin de kurucuları olan Massalar, yani Luviler’dir. Neâpolis’in önemli diğer antik emarelerinden birisi de Kızıldağ mevkiindeki Silindi şeklinde yanlış telâffuz ettiğimiz Selendi’dir. Selendi; Neâpolis devri itibariyle Sallı Massalar’ın şehri Salında demek olup Selendi adı ise Kara Ağac’a yerleşen Türkmenler tarafından XV. Asırdan itibaren kullanılan ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) kaynaklarında Sollar ile birlikte yazılan bir karyedir.
   M.Ö 4000 yılından itibaren bölgenin hâkim güçleri Hititlerdir. Hitit Kralı Anitta, anası Anapa’nın adını verdiği Anabora şehrini ise bugün Salur Sivrisi olarak bilinen Enevre’de kurmuş, zamanla Toroslar’ın başlangıç noktasındaki bu dağa da Maskot Anası manâsına gelen ‘Anamas’ adını vermiştir. (4) Anabura, Büyük İskender ile sağlanan merkezi otorite ve polisi aşan çok şehirli bir teşekkül olan Tetrapolis’in 4. üyesi olmuş, Strabun’da geçen on üç Pisidya şehrinden birisidir. Anabura’dan kalan harabeler, bugün ilçenin güneybatı tarafındaki Salur Köyü’nün batı istikâmetinde rakımı 800 metre olan Kızık kale Dağı’ndaki geniş bir alandadır. Bu antik Anabura’yı Hüseyin Şekercioğlu Anitta’ya dayandırırken, Isparta İl Turizm Müdürlüğü de Roma Devri eseri olarak değerlendirmişlerdir.
   Hititler’in ardından Türk menşeinden olan Marmanatlı Sümerler, sonra Ağralı Aka Türkleri, M.Ö. 1530’dan itibaren Frigyalılar, M.Ö. 800’den itibaren İyonlar, M.Ö. 600’den itibaren Lidyalılar ve M.Ö. 546’dan itibaren de Persler bu bölgeye hâkim olan güçlerdir. 530 yılına kadar Göller Bölgesine hâkim bir diğer güç ise Pisidia Krallığı’dır ve Persler bu krallıktan sonra bölge hâkimiyetinde yer almışlardır. (5) Bölge, 334’ten itibaren Persler’in Balkanlar’daki İskitler’e kadar uzanan hâkimiyetine son veren Büyük İskender ile tanışır ve Makedonya Kralı Büyük İskender’in devrinde ticarî amaçla Neâpolis şehri kurulmuştur.
   Bugünkü Şarkî Kara Ağac ilçe merkezi (Zengibar) civarında olduğu bilinen antik şehir Neâpolis’ten Naturalis Historia adlı eserinde (VI 47) ilk bahseden kişi Plinius’tur. Plinius, antik şehrin Galatia’da olduğuna işaret ederken, Hierosdes ise (672,3) Psidya’da bulunduğundan bahsetmektedir. Ptolomaios ise (V49), şehri Pisidia’nın Galatia’ya yakın kısmında gösterir. Neâpolis, Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde Antiokheia’dan (Yalvac) Likaonya ve Pamphilya’ya giden Roma yolu üzerindedir. Neâpolis’in Apollonia (Uluborlu) ile aynı tarihlerde Trakyalı Kolonistler tarafından kolonize edildiği anlaşılmaktadır. MS III. yüzyıla ait bir kitâbeden bölgede bir Tetrapolis'in olduğu bilinmektedir.
________________________________________________________________________________
1-Ekrem Memiş, Eski Çağ Türkiye Tarihi, S.Ü.Yayınları, Konya 1989, s. 136
2-H. Şekercioğlu, a.g.e, s. 49
3-Ekrem Memiş, a.g.e, S.Ü. Yayınları Konya 1989, s. 19-22
4-H. Şekercioğlu, a.g.e, s. 55-58
5-Ramazan Tunç; a.g.e, s. 12-162

   Tetrapolis; Yunanca’da dört kent ya da ülkeden oluşan siyasî ve ticarî birliğe verilen bir ad olup Neâpolis de Roma İmparatorluk döneminde bölgede kurulan Tetrapolis’in bir üyesidir. Tetrapolis, Tetrapolis’in üyelerinden Altada (yeri bilinmiyor), Anabura (Enevre) ve Neâpolis (Şarkî Kara Ağac) bilinmekte; fakat dördüncü şehrin ismi bilinmemektedir. A.H.M. Jones, bu dörtlünün Cillanian Ovası Tetrapolisi olabileceğine işaret etmektedir. (6)
  Anabura ise Strabon’da; Şarkî Kara Ağac Salur Köyü’nün güneyinde, Belceğiz Köyü’nün batısında yer alan antik şehrin adı olarak geçmektedir. MÖ. I. yüzyılın ilk çeyreği içinde Strabon’un Geographika isimli eserinde kent halkından Anabouralılar diye bahsedilmektedir. Halbuki Naturalis Historia (Doğa Tarihi) isimli eserini MS 75 yılları civarında yazan Plinius, aynı bölgeyi anlatırken sadece Neâpolis kentinden söz eder. Buradan da anlaşılıyor ki, MS. I. yüzyılda yeni kurulan Neâpolis bölgedeki Anabura’nın adının sönükleşmesine ve önemsiz bir kent durumuna düşmesine sebeb olmuştur. Şehir Roma İmparatorluk döneminde bölgede kurulan Tetrapolis’in bir üyesidir. J. R.Sterrett, Beyşehir Gölü’nün kuzeybatısında Enevre denilen yerde ortaya çıkan kitâbelerden Anabura ismini tesbit ederek şehrin yerini kesinleştirmiştir. Şehir kuzeye alçalan bir yamaç üzerinde kurulmuştur. Şehirde tiyatro ve tapınak kalıntısı ile konut temellerinin izleri görülür. Söz konusu şehirden yakın çevrede bir kalıntı gözükmemekle birlikte Şarkî Kara Ağac İlçe Halk Kütüphanesi’nin bahçesinden arsitrav blokları, sütunlar ve mezar stelleri Isparta Müzesi’ne nakledilmiştir. Enevre yakın tarih itibariyle bölge halkı tarafından daha ziyade su değirmenleriyle de tanınan bir bölgeydi. Buralarda Massalar’ın Salında’sını, Hititler’in Anabura’sını, Büyük İskender ve Trakyalı Kolonistler devrinin Neâpolis’ini bulmak, onların devirlerinden kalma Enevre, Yeniköy, Çeltik, Ördekçi-Kızıldağ Sivrisi ve Zengibar mahallerindeki MÖ’si antik eşyalarla karşılaşmak mümkündür. Dolayısıyla bölgenin bu konuda da derinliğine araştırılması için -elbette Böcüzâde Süleyman Sami’den beri- lokal tarihî sahaya inememiş aydınlarımızla oldukça geç kalınmıştır. Ki taa 15. asırdan beri Kara Ağac’ın Osmanlı arşivlerindeki gizli belgelerini tamamen gün yüzüne çıkarabilmiş değiliz.

Anadolu’da Beyliklerin Mücadeleleri
   Anadolu’daki Fütûhat denilince akla sadece Bizans güçleri gelmemektedir. Bizans’ın yanı sıra aynı zamanda Ermeni, Rum ve Franklar’la da mücadeleye girme zorunluluğu vardır. Bu sebebten dolayı 1225 yılında Selçuklu Sultanı Aâleddin Keykubat’ın Güney Batı Anadolu sahillerinde ticaret kervanlarına denizden ve karadan saldırıp duran Klikya Ermeni Krallığı’yla onlara yardım eden Kıbrıslı Franklar’a karşı Çaşnıgır Mübazirüddin, İsauria (İç-il) bölgesini ele geçirirken, Emir Ertokuş’un kuvvetleri de Manavgat’la Anamur’un bütün kale ve merkezi yerleşimlerini ele geçirip Ermeni, Rum ve Kıbrıslı Franklar’dan temizlemişlerdir. (7)
   İşte bu sıralarda da Moğol istilâsı Horasan ve Maveraünnehr’e kadar yayılmış, dolayısıyla bu bölgelerdeki Türkmenler’in bütün boylarından büyük kalabalıklar Anadolu’ya göçe başlamıştır. (8) Moğollar’ın bu istilâ hareketleri Türk-İslâm dünyasını büsbütün karıştırmış ve Moğol ordusunun yıktığı Harezmşahlar Devleti’nin son Hükümdarı Celaleddin Mengübirti, Azerbaycan taraflarına gelerek ve Merağa’yı Merkez yaparak güçlü bir Türk Devleti kurmuştur. (9)
Bilindiği gibi, Moğol İstilâsı karşısında en önemli mukavemet seddini kırmaya çalışan, bunda da bir süre başarılı olan Harezmşahlar Devleti’nin son Hükümdarı Celâleddin Mengübirti de 1225 yıllarında Azerbaycan’a geldiğinde Erran ve Mugan’daki Türkmenler çok kalabalık bir halde yaşamaktaydılar. (10)
   Abû’l Farac, ‘Abû’l Farac Tarihi II’ isimli eserinde, Harezm’in bir iklimin adı olduğundan bahisle; “Bu iklimdeki büyük şehrin adı Cürcaniye’dir” diyor. (11)
   Farac yine aynı kaynakta Moğollar’dan bahsederken de şu bilgileri veriyor: “Tatarlar’ın dış memleketlere yayılmadan önceki ilk yurtları malûm bir vâdi idi. (?) Yani dünyanın şimâli şarkındaki büyük ova idi. Bunun boyu ve eni 8 aylık seyahatti. Memleketleri şark tarafından Kataya Sınaya’ya, yani Kata’ya, batı tarafından Uygur Türkleri’nin memleketine, kuzey tarafından Salapgay (Seber, Sibirya) denilen memlekete, güneyden Hindistan’a kadar uzanıyordu. İlk hükümdarları olan Cingiz Han’ın zuhurundan evvel bunlar başsız yaşıyorlardı ve Kata'ya, yani Çinliler'e vergi veriyorlardı. 
__________________________________________________________________________________
6-Mehmet Özsait, Psidia II, İ.Ü. Edb. Fak. Yayınları, 1980, s. 53-55
7-İbn Bibi, El-Evamirü’l-‘Ala’iyye-Fi’l-Umuri’l-‘Ala’iyye, Tıpkı basım, A.S.Erzi, TTK Ank. 1956, s. 337-344
8-İbn Bibi, a.g.e, s. 370
9-Muhammed en-Nesevi, Siretü’s-Sultan Celâleddin Mengübirti, Frc.trk. O.Houdas, s. 182-183
10-Faruk Sümer, Anadolu’da Moğollar, s. 131
11-G.Abu’l Farac Tarihi II, s. 513

 
   Bunlar köpek ve kurt derilerini giyiyor, fare (sıçan) vesair mülevves hayvanların eti ile yaşıyor ve kısrakların sütünü içiyorlardı. Aralarında büyük emîrlerin alâmeti ata bindikleri zaman demirden yapılan üzengiler kullanmaları idi, başkalarının üzengileri ise tahtadandı.” (12)
   Moğollar bir müddet sonra bu bölgelere geldiğinde, Horasan’dan itibaren Türkmenler büyük topluluklar halinde Celâleddin Mengübirti’nin ordusunun önünde ve arkasında tekrar Anadolu’ya doğru göç etmeye başlamışlardır. Zira sayıca çok fazla olan ve etraflarındaki diğer milletlere karşı istilâ hareketlerinde çok acımasız davranan Moğollar’dan uzak durmak o milletlerin bir anlamda kendi emniyetlerini sağlamak manâsını taşıyordu. Bu itibarla Moğollar’dan kaçarak kendilerini yeni ülkelere atan Harezmşahlar, Muhammed en-Nesevi’nin eserinde anlattığı üzere; “Türkmenler Azerbaycan’ın Karabağ ovalarında çekirgeler gibi kaynaşıyorlardı. Doğudan batıya akan bu insan seli Aras köprüsünü izdiham sebebiyle geçemiyordu.” (13) W. Barthold ise, Moğol istilâları hakkında farklı bir görüş belirtirken, bu istilâların neticesinin zannedildiği kadar ağır olmadığına işaret ediyor. Buna gerekçe olarak da Moğollar’ın fethettikleri memleketlerde bizzat yerleşmediklerini gösteriyor ve “Moğol hükümdarlarının İran’da kendi haklarını yükseltme yolundaki faaliyetleri, genellikle Moğollar’ın değil, belki de Türkler’in milli duygularına sahib çıkmalarını sağladı” diyor. (14) Netice olarak esas meseleye gelecek olursak, Moğol istilâsı sebebiyle Mangışlak’ta bulunan Oğuz boylarından Salurlar’ın Taşkı Salurlar’ına (Dış Salurlar) mensub kollarından, içlerinde Hâmid Bey’in bulunduğu Yomutlar da diğer Türkmen boyları gibi Celâleddin Harezmşah’ın ordusuyla birlikte Anadolu’ya göç ederler.
   Müneccimbaşı ise bu gelişi, Cami’üd-Düvel II adlı eserinin Var/132a.’da şöyle kaydeder; “Muhtemelen El-Cezire ve Kuzey Suriye’de Harezmliler ile birlikte hareket eden Türkmen oymaklarından olan Yomut Türkleri de işte bu sıralarda reisleri Türkmen emîrlerinden Hamid Bey ile birlikte Kuzey Suriye’den ayrılarak Türkiye Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubat’ın hizmetine girmek üzere Anadolu’ya geçmişlerdir. ”Yine aynı eserinde Müneccimbaşı, -ileri bölümlerde kendisinden Isparta’nın bağlandığı ilk beylik Hâmidoğulları namına çokca bahsedeceğimiz- Şam ümerasından olan Hamid Bey’in memleketini terk ederek I. Alâeddin Keykubad’ın hizmetine girmek üzere Anadolu’ya geldiğini ve usta bir silâhşör olduğundan uzun süre bu sultanın evlâd ve kölelerine silâh talimi yaptırdıktan sonra kendi adıyla anılan bölgeye vali olarak tayin edildiğini kaydetmiştir.
Ziya Gökalp’in eseri mucibince ise bu konuda şöyle bir kayıt geçer; “Yörükler, Celâleddin Harezmşah ile Anadolu’ya gelen Türkmenler’dir. Bunlar Çavdarlar, Tekeler, Karamanlar, Sarılar, Karakeçililer, Kanklılar, Karapapaklar, Yamudlar (Hamidoğulları), İlbeğliler, Köklenler, İlhanlılar’dan müteşekkildi.” (15) Yomut Türkmenleri daha sonra kendilerine gösterilen Isparta, Burdur ve Antalya havalisinde de, Hazar kıyılarında olduğu gibi yine Salur boyundan olan Teke Türkmenleri ile yan yana yaşamaya devam etmişlerdir. (16)
   Anadolu’da kurulan beylikler, bir taraftan Bizans, diğer taraftan kendi aralarında beylik mücadelesi vermişlerdir. Hamidoğulları Beyliği’nin gücünün diğer beyliklere göre önemli seviyede olduğunu görmekteyiz. Bu noktada Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı yürütülen, özellikle de Karamanlılar’ın başını çektiği Türkmen ayaklanmalarını Sultan Mes’ud, bir zaman sonra önleyemez hâle gelince İlhanlı Hükümdarı Geyhatu’dan yardım istemiştir. Bunun üzerine Geyhatu, daha önce sekiz yıl kaldığı Anadolu’ya bu defa her zamankinden daha büyük bir ordu ile gelmiş ve öncelikle Karamanoğulları topraklarına yürümüştür. Bölgede korkunç katliamlar yapan Geyhatu, daha sonra Eşrefoğulları topraklarına yönelmiştir. Beyşehir ve civarında da büyük tahribat ve kıyımlarda bulunan Moğol Hanı buradan da Denizli yöresine hareket etmiş ve Menteşe Türkmenleri’nin yeni ele geçirdiği Muğla bölgesine kadar uzanarak buralarda da katliamlar ve yağmalar yaptırmıştır. Neticede Türkmen ayaklanmalarını korkunç bir şekilde bastıran Geyhatu bol ganimetle (1292) İran’a dönmüştür.
   Geyhatu’nun Beyşehir’den (Gorgurum) sonra hareket ettiği Denizli (Tonguzlu/Ladik) yolu üzerinde bulunan Hamid ülkesinin şehirleri Eğirdir ve Isparta’da da tahribatlarda bulunmuş, bu esnada Hâmid Bey de, Davras dağlarına çekilerek kendisini emniyete almıştır. (17) Öte yandan Anadolu’daki güçlü beyliklerden Selçuklular’da sultanların, 1246’dan 1262 yılına kadar devam eden taht kavgası, onların uc hâkimiyetlerini kaybetmesine sebeb olurken, Moğollar'ın püskürttüğü Türkmenler de vilâyetleri istilâ ediyor ve Rumlar'ı sıkıştırıyorlardı.
 __________________________________________________________________________________
12-G. Ab’û’l Farac, a.g.e, s. 476
13-Muhammed en-Nesevi, a.g.e, s. 223-225-374
14-Prof. Mehmet Fuat Köprülü, İslâm Medeniyeti Tarihi
15-Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, 3. Kitap, Yay. Hz. K.Y.Kopraman-İ.A.Afşar, İst. 1976, s. 37
16-Sait Kofoğlu, a.g.e, s. 93
17-B.M. Aksarayi, Müsameretü’l Ahbar ve Müs’ayeretü’l Ahyar, Neşr. O.Turan, s. 168-170;
Anonim Selçukname, s.88; N.Gregorae, Byzankına Hıstorra I, Bonnae 1829, s. 137-138


   Onlar Moğollar’ın önünden nasıl kadın gibi kaçıyorlarsa, Rumlar’a karşı da o derece erkekçe davranıyorlardı. Dolayısıyla Moğol istilâsı onların felâketine değil mutluluğuna hizmet etmiştir. Paghlagonia (Kastamonu ve Bolu yöresi) ve Pamphylia (Göller yöresi ve Antalya)’dan akan Türkmenler Bizans topraklarını yağmalıyor ve fethediyorlardı. (18)
   Osmanlı Beyliği’ne gelince, bu beylik Anadolu’daki en güvenilir beyliklerdendi. Fakat daha evvelinde Selçuklular’da da bu hususiyet fazlasıyla mevcuttu. Bundandır ki Müslüman idaresinde dinî serbestliğin mevcudiyeti Anadolu Hıristiyanları’nın, Selçuklular’ı kurtarıcı, koruyucu ve emniyet verici görmelerini sağladı. Özellikle bu Hıristiyanlar, Rum kiliselerine has olan ruhî baskıdan nefret eder duruma gelince Türk emniyetine daha çok yöneldiler. VII. Mihâil döneminin (1271-1282) 11 yıllık süresinde Anadolu’daki küçük kasabaların halkı Bizans İmparatorluğu’nun zulmünden kurtulmak adına Türkler’i kasabalarının işgâline davet etmişlerdir. (19) Bu gibi hareketleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulma aşamasının hemen öncesinde Domaniç, Söğüd ve Dodurga gibi bölgelerde de görüyoruz. Buralardaki Tekfur’ların Bizans halkına zulmetmeleri, Osmanlılar’ın ise adil davranmaları Bizans tebaası arasında, Osmanoğulları’na daha çok yakınlaşma hareketini temin etmiştir.

Öncesi ve Sonrasıyla Yomutlar ve Hamidoğulları Beyliği
   Isparta ve Antalya havalisi hâkimi denilince akla gelen isim Hâmid Bey’dir. Hem kendisi, hem de neslinden olan diğer başta İlyas ve Dündar beyler gibi hükümran kişiler özellikle önce İl’leri Isparta’yı, sonra da Korkuteli ve Antalya’yı muazzam ihya ile mamur hâle getirmeye çalışmışlardır. Hüküm sürdükleri zaman içinde bir taraftan Karamanoğulları ile varlık mücadelesine devam etmişler, diğer taraftan da Bizans’a karşı yurdlarını muhafaza, hattâ genişletme çabası göstermişlerdir. Bunda da Ata Hâmid Bey’in manevi rolü büyük olmuştur. Anadolu’ya gelişi hakkında çeşitli rivayetler bulunan ve iyi bir silâhşör olduğundan Karaman Bey ile yanındaki Eretna Bey’in silâhşörlük eğitimi ve ilmi aldığı rivayet edilen (20) Hâmid Bey, bu itibarla mücadele sıfatlarına hâkim birisidir. Hakkındaki diğer rivayetlerden birisi de; “Selçuklular ile Türkistan’dan gelerek Anadolu’da göçebe hâlinde yaşayan Türkmen aşiretlerinden birisinin re’isi ve gerek babasının, gerekse kendisinin Türkiye Selçukluları ümerasından olduğu” şeklindedir. (21)
   Yomutlar, Oğuzlar’ın (Türkmenler) Üç-Oklu boylarından olan Salurlar’dandır. Ebu’l Gâzi Bahadır Han 1660 yılında yazmış olduğu eserinde Yomut’un şeceresi hakkında Oğuz Han’a kadarki 23 atası hakkında şu bilgiyi vermektedir; “Yomut onun babası Kulmı, onun babası Bedri, onun babası Ögürcik Alp, onun babası Kara Gâzi Bey, onun babası Karaç, onun babası Benam Gâzi, onun babası Burıcı Gâzi, onun babası Kılal Gâzi, onun babası İnal Gâzi, onun babası Süleyman Gâzi, onun babası Haydar Gâzi, onun babası Ötküzli Urus, onun babası Kazan Alp, onun babası Enkeş, onun babası Ender, onun babası Ata, onun babası Timur, onun babası Salur Han, onun babası Dağ Han, onun babası Oğuz Han’dır.” (22)
Yine, Ebul Gâzi Bahadır Han’ın 1663 yılında tamamlayamadan öldüğü ve oğlu Enuşe Han tarafından tamamlanabilen ikinci eserinde ise Salurlar’ın İçki Salur (İç Salur) ve Taşkı Salur (Dış Salur) olmak üzere iki kola ayrıldığını kaydetmekte ve Yomut, Tekec ve Sarık adlı Türkmen oymaklarının Taşkı Salur (Dış Salur)’lardan çıktığını ifade etmektedir. (23)
   A.Wâmbery’nin 40 bin çadırlı (200 bin nüfus) olarak gösterdiği Yomutlar’ı, Türkmenler arasında dolaşıp bilgi elde eden Yüzbaşı N.N.Muravyov da 40 bin aile olarak kaydetmektedir. (24) Anadolu’da Selçuklu uclarında Türkmen nüfusunun yığılmasına, Moğollar’ın sebeb teşkil etmesi bir bakıma, 1261 yılından önceki yığılmalarla ilgili Ünlü Arab coğrafyacısı İbn Said’in verdiği bilgiler itibariyle, XIII. yüzyılın ikinci yarısında Antalya’nın kuzeyinde ve Denizli çevresinde yaşayan Türkmenler’in 200 bin çadırlık nüfusa sahib olmalarını da sağlıyor. Böylece bu yöredeki dağlara da Cibal üt-Türkmen (Türkmen Dağları) adını veriliyor. (25) Ziya Gökalp ise, Hive Türkmenleri’nin arasındaki şu inancı naklediyor: Türkmenler’in hepsi ‘Bin Kışlak’tan çıkmıştır. İlk ataları Sun Han ile Eş İli imiş. Sun Han’dan Yomut ile Teke doğmuş, Eş ilinden ise Çavdar ve Sülur doğmuştur. (26)
 __________________________________________________________________________________
18-T.W.Arnold, İntişâr-ı İslâm Tarihi, s. 98-99
19-Şikari Tarihi, trk. yazma, Ali Emiri Nüshası, İst. Millet Ktp. Nr. 458, s. 39
20-M.Arif, Anadolu Tarihinden: Hamidoğulları, TOEM III, Sayı 15, İst. 1328, s. 939-940
21-Sait Kofoğlu, a.g.e, s. 76
22-Ebû’l Gâzi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, neşr. A.N.Knonov, Rodoslovnaya Türkmen, Moskova Leningrad
1958, s. 65-69; Sait Kofoğlu a.g.e, s. 83
23-Ebû’l Gâzi Bahadır Hân, Şecere-i Türki, trk. çev. R.Nur, Türk Şeceresi, İst. 1925, s. 219
24-S.Kofoğlu, a.g.e, s. 84-85; N.N.Muravyov, Murav’ev’s Journey to Khivathrough the Turcoman Countr, 1819-1820, Kakutta İng. 1871, trc. s. 99’dan naklen M. Saray, Türkmenler İA, XII/II, s. 672
25-Naklen Ebû’l-Fedâ, Geographie, Tıpkı basım, M. Reınaud/Re Slane, Paris 1840, s. 379
 26-Ziya Gökalp, a.g.e, S. 173-174  

  
   Neşrî, Ali Yazıcıoğlu, Seyyid Veliyüddin Merakibi, M. Arif, İbn Kemal, Ruhi Tarihi, Böcüzâde Süleyman Sami, İdris Bitlisî ve Sait Kofoğlu gibi tarihçiler ve eserlerinde yer alan nüshalarda Hamid Bey’in de içinde bulunduğu Anadolu nökerleri hakkındaki genel malûmat veriyorlar.
  Bunlar Ali Yazıcıoğlu’nda; ‘Ve Leşkeri-İli’ni ki şimdi Aydın elidirler. Aydın Reis Muhammed Beg oglıdır ki sevahil (sahiller) gemilerinin reisiydi. Ol tarafa kışlağa varan Türkleri çeri edinüp ol yirlerin Rumları, Sultan’ın haraç güzarlarıdır. Çün sultanlar aradan gitdiler, anlar Rumları yağı edip (basıp) feth etdiler. Ve Menteşe, ve Hamidlü, sultanlar beglik virdiği kişiler neslindendirler ve Teke, İğdir boyunun Kethüdası oglıdır ve Saruhan ve Karası Mes’ûd nökerlerindendir’ şeklinde geçer. (27)
Neşrî de bu husus şöyledir; “Aydın İli’ne ve ol vilayette kışlayan Türkler’e tamam Aydın oglı mutasarrıf oldı. Menteşe ve Hamid ki Selâtin-i Selçukiyyenün begleri oglanlarudur, ol memlekete dahi tamam anlar müstevli oldılar. Teke ki Eğridir Kethüdası oğlıdır ve Saruhan ve Karasi ki, Sultan Mes’ûd nökerlerindendir. (Yoldaşlarındandır.)” (28)
   İbn Kemal veya Kemal Paşazade diye de anılan Şems-üddin Ahmed bin Süleyman’ın II. Bayezîd’in emriyle yazdığı eserinde de; “Saruhan ve Karasi ki Sultan Mes’ûd bin İz’zü’ddin Keykavus nökerlerindenidiler. Saruhan İli’nde ve Karasi İli’nde istiklâl buldular. Menteşe ve Hâmid ki Âl-i Selçûk’un kadim ve cedid naibleri ve ogulları idiler. Menteşe İli’nin ve Hâmid İli’nin sahibleri oldılar. Teke İğdir kethüdasının oglı idi. Takrîri Hûda tedbir-i kethudaya muvaffık gelüb Teke İli’ni aldı” denilmektedir. (29) Hamid Bey Yomut Türkmenleri’ndendir ve Yomut Türkmenleri de Oğuzlar’ın Üç-Ok boyundan olan Salurlar’ın Taşkı Salur (Dış salur) kısmına mensubtur. Isparta ve havalisine yerleşinceye kadar Yomutlar olarak adlandırılan bu Türkmenler, Oğuz geleneklerine göre bölünmeden meydana gelen toplulukların ya soylarının ilk büyüklerinin, ya da bölünme sırasındaki büyüğünün adını alması sebebiyle Hâmid Bey’in de aşiretinin veya obasının büyüğü olarak adını muhtemelen babasından veya dedesinden aldığı, dolayısıyla Hâmid Bey’den gelenler de Hâmidlular, Hâmidoğulları veya Ebû’l-Fedâ kayıtları itibariyle Benu Hâmid olarak adlandırılmışlardır. (30) Fakat Kofoğlu’nun eserinde de belirttiği üzere; Selçuklu Devleti’nin çökmeye yüz tuttuğu dönemde çok güçlü bir beylik kuran Hâmid Bey’in babasının adının ne Osmanlı, ne Türkiye Selçuklu, ne de Moğol ve Memluk tarihi kaynaklarındaki vesika kitabelerde geçmemesi elbette dikkat çekicidir. (31)
   Konya’daki Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus ile kardeşi IV. Kılıç Arslan arasındaki saltanat mücadelesinde, Hâmid Bey’in de Karamanlılar ve diğer Uc Türkmenleri gibi IV. Kılıç Arslan’ı destekleyen Moğollar’a karşı olan II. Keykavus’un yanında yer almış olması muhtemeldir. (1254)
   II. Keykavus’un, Develi yolu ile Sis’e (Kozan) kaçmak üzereyken yakalattığı kardeşi Kılıç Arslan’ı güvenli bularak gönderdiği kale de Uluborlu kalesidir ki, buraya göndermesinin sebebi bu kalenin Isparta ve Burdur havalisinde vali veya uc kumandanı sıfatıyla bulunan Hâmid Bey’in nüfuzu altında bulunmasıdır. (32) Şikari’deki bu izahatı teyid edercesine, uc beyi veya vali tâyin oluşu itibariyle Isparta Tarihi’nin müellifi Böcüzâde Süleyman Sami de eserin 24. sayfasında şu şekilde açıklıyor: “Hâmideli ahalisi VIII. Hicret asrının ilk yarısında yazılan Arapça eserlerde Terakimi Ben’el Hamid ve Kavmi Hâmid, yani Hâmidoğlu Türkmenleri ve Hâmid Kavmi olarak geçer. Hâmid Bey Türkmen ekâbirinden ve ümerasından olup bulunduğu ülke hayli zaman önce uc olmaktan çıkmış, Selçuklular’ın doğrudan doğruya idaresine girmişti. Denizli’den ötesi uc sayılıyordu. Bu nedenle kendisi Uc Türkmenleri’nden değildi. Şam emîrlerinden olan Hâmid Bey’in bir sebebten memleketini terk ile Rum’a geldiği, zamanın Selçuklu sultanının iltifatına mazhar olup yanında kaldığı ve silâhşörlükte mahir olduğundan hayli vakit bu fenni, sultanın evlâd ve kölelelirine öğretmekle megûl olduğu, daha sonra namına yâd olunan yere vali olarak gönderildiği yazılıdır.” Şikari, Karaman Bey’in ölümünden sonra kalan dört çocuğundan Kasım ile Halil’in anneleriyle birlikte Yerköprü yaylasında ve Ermenek bölgesine yeni atanan Selçuklu subaşısı Bedreddin İbrahim Hûtenî’nin gözetiminde olduğunu, Mehmed ve Mahmud isimli diğer iki oğlunun ise Hamid Bey’le beraber Bulgar (Bolkar) dağına çıktıklarını ve Hâmid Bey’in sekiz yıl boyunca bunlara her türlü ilmin yanısıra silâhşörlük sanatını da öğrettiğini kaydediyor. 
__________________________________________________________________________________
27-Ali Yazıcıoğlu, Tevârih-i Âl-i Selçuk, Topkapı Sarayı Revan Köşkü, Ktp. nr. 1390, Var280a
28-Neşrî, Cihân-Nûmâ Menzel nüshası, neşr. F.N.Taeschner, Die Alto Osmanisch Chronik Des
Mevlâna, Neschri 1, Leipzig 1951, s. 17
29-İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, 1.Defter, yay. haz. Ş Turan, Ankara 1991, s.137
30-Ebû’l-Fedâ, Geographie,Texte Arabe, M.Raınaud, s. 378-379; S.Kofoğlu, a.g.e, s. 94
31-S. Kofoğlu, a.g.e, s. 97
32-Şikari, a.g.e, s. 24
33-Şikari a.g.e, 33-34'ten nakil Ş.Tekindağ Karaman Beyliği,s. 318


   Yine Böcüzade, Hamid Bey’le ilgili; “Selçuki Devleti’nin çökmeye yüz tuttuğu sırada bağımsızlığını ilân eden ümera arasında Isparta ve havalisi emîri Hâmid Bey de bulunuyordu. Hamid Bey’in Isparta’yı hükümet merkezi yapmasından dolayı adına izafeten Hâmid-Eli denmiştir” diyor. (34)
   Said Demirdal da ‘Bütünüyle Uluborlu Monolog’ isimli eserinin 48 ve 49. Sayfalarında Hâmid’in beyliğini belirtiyor, fakat adına sikke kestirmediğine işaret ederek diyor ki: “Hâmid Bey, Selçuklular’la beraber Türkistan’dan gelen ve bir müddet Anadolu’da göçebe hayatı yaşadıktan sonra Seçuk Beyleri sırasına giren Türkmen kabilelerinden birinin reisiydi. Bu beylik Selçuklular’ın yıkılışında diğer beylikler gibi H. 699 (1299) yılında istiklâlini ilân etmiştir. Ayrıca Uluborlu’ya Borlu dendiğini duyduksa da hiçbir zaman, ‘sikkelerde gördük’ dedikleri Buruglu veya Burgulu dendiğini hiç duymadık.”
   Anonim bir Ermeni Vakayinâmesi kayıtlarına göre, 1259’dan itibaren birçok Türkmen beylerinin de kendisine katılmasıyla çok güçlenip, İsaurla (Taş-İli), Germanicopolis (Ermenek), Mut, Gülnar ve Silifke kalelerine akınlar yaparak bol ganimet ve esir alan Karaman Bey, iki defa da Ermeni Kralı Hetum’un ordularını bozguna uğratmıştır. Karaman Bey’in, Ermeni topraklarına yaptığı seferlerde Hâmid Bey de kendisi ile birlikte akınlarda bulunmuş, bundan dolayı Karaman Bey Silifke kalesini Hâmid Bey’e vermiştir. (35)
   Şikari’de kaydedildiği üzere, Karamanoğlu Mehmet Bey Konya’yı ele geçirmek için düzenlediği seferde kendisine yardımcı olan Eşref ve Menteşe Beyler başta olmak üzere, diğer Türkmen beylerine bazı bölgeleri ikta olarak verirken, Hâmid Bey’e de Borlu’dan (Uluborlu) Çıralıdağı’na kadar olan bölgeyi vermiştir. (36)
   A.Wâmbery’nin 40 bin çadırlı (200 bin nüfus) olarak gösterdiği Yomutlar’ı, Türkmenler arasında dolaşıp bilgi elde eden Yüzbaşı N.N.Muravyov da 40 bin aile olarak kaydetmektedir. (37) Yine bir diğer rivayete göre; Şam ümerasından olan Hamid Bey, bilinmeyen bir sebebten dolayı memleketini terkedip Rum Eli’ne (Anadolu) gelmiş ve devrin Selçuklu Sultanı Alâeddin’in iltifatını kazanarak onun yanında kalmıştır. Silâhşörlükte de üstün bir ustalığa sahib Hâmid Bey, uzun süre sultanın evlâdları ve kölelerine silâh talimi yaptırmıştır. Daha sonra da Selçuklu Sultanı Alâeddin tarafından, kendi namıyla anılacak olan belde ve İl’e tâyin edilerek Eğirdir’i kurmuştur. (38) Uzunçarşılı da, III. Kılıç Arslan’ın 1203’te, Isparta’yı zaptından sonra Eğirdir, Borlu ve Yalvaç’ı eline geçirdiğini ve Hamid aşiretini de bu tarihlerden sonra bu havaliye yerleştirdiğini söyler ki (39) Borlu ve Eğirdir ikinci kez 1182, Yalvaç ise 1074’ten beri Türkler’in elindedir. El-Ömerî de Mesalikü’l-Ebsar isimli eserinde Hâmidoğulları Beyliği hakkında; “buranın merkezi Borlu’dur. Bu şehir Hamid ili ikliminin ana şehridir. Bunun mevkii Feke’den Karasar’a kadar olan yerdir. Bu memleketin sahibi Yalvaç, Kara Ağaç ve Eğirdir iklimlerine de maliktir” demektedir.
   Anadolu’da zaman zaman Moğollar, zaman zaman İlhanlılar hâkimiyet için mücadele verirken, beylikler içinde Karamanoğluları başta olmak üzere Selçuklular ve bunların yanı sıra Ermenikrallığı da diğer beylikler üzerinde sık sık tahakkümlerde bulunmuşlardır. Ne zaman bu hâkim güçler birbirleriyle mücadeleye girişmişler, o zaman da beyliklere kendi alanlarını genişletme imkânı doğmuştur. İşte böyle bir husus Hamid Bey için de söz konusudur. Hâmid Bey, Moğollar’ın Sülemiş isyanıyla meşgûl olmaları ve Selçuklu Sultanı III. Keykubad’ın da Konya’yı terk edip Tebriz’e sığınmasıyla hâkimiyet sahalarını genişletmeye yönelmiştir.
   Öte yandan Hâmid Bey, Isparta’ya geçtiğinde ilk önce Eğirdir’i değil, Uluborlu’yu Merkez olarak kurmuştur. Şurası da muhakkaktır ki Hâmid Bey’in, geldiği bölgede müstakil bir beylik kurması öyle kolay olmamıştır. Bu hususta amansız mücadelelere girişen Hâmid Bey’in 1291’de, Uc Türkmenleri gibi kendisine bağlı Türkmenler’le merkezî yönetime karşı ayaklanmaya kalkışıp Isparta merkez olmak üzere müstakil bir beylik kurmaya çalışması, bu ilk aşamada gerçekleşememiştir. (40)
   İlhanlı Hükümdarı Geyhatu’nun çok kuvetli bir ordu ile Anadolu’ya gelmesi üzerine, Hâmid Bey de diğer Türkmen beyleri gibi kendisini emniyete almak için sarp dağlardan olan Davras’a çekilmiştir.
__________________________________________________________________________________
34-Böcüzâde Süleyman Sami, Isparta Tarihi, Yayına Hazırlayan Dr.Suat Seren, s. 18
35-Şikari, a.g.e, s. 45
36-S. Kofoğlu, a.g.e, s. 84-85
37-A.Wambery, Das Türkenvolk im seinen ethnologischen und ethnongraph hischen geschildert,
Leipzig1885, s. 309’dan nakil; F.Sümer, Oğuzlar, s. 140
38-Müneccimbaşı, Cami’ü-Düvel II, Var. 132a
39-İ. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri TTK. Yay, s. 62
40-M.Ferit Uğur, M. Koman, Sahip Ataoğulları, s. 22


   Nihayet 1296’da Gazan Han’ın, Sultan II. Mes’ûd’u azlederek Selçuklu tahtını boşaltması ve Moğol kumandanlarının Anadolu’da isyanlar çıkartması sebebiyle doğan otorite boşluğundan faydalanan diğer Türkmen beyleri gibi Hâmid Bey de bir daha harekete geçmiştir. Muhtemelen 697/1297 yılı başlarında da bu defa müstahkem bir mevkii olan Uluborlu’yu (Bergulu) hükümet merkezi yapan Hâmid Bey, Isparta ve Burdur havalisinde kendi adına nisbetle Hâmidoğulları Beyliği’ni kurarak istiklâlini ilân etmiştir. (41)
   Buna rağmen Hâmid Bey yine de H. 699 senesinde Bergulu, Eğirdir ve Burdur gibi yerleşim merkezlerinde İlhanlı Hükümdarı Gazan Mahmud Han adına sikke kestirmek zorunda kalmış ve görünüşte İlhanlı hükümdarını metbu olarak tanımıştır. (42) Hâmidoğulları ve Hamid Bey’le ilgili Uluborlu’ya bağlı Uluköy’deki (bugünkü ismi İlegüp) Veli Baba Dergâhına mahsus Seyyid Veliyüddin Menakıbı’nda şu bilgiler mevcuttur: “Hicret’in 638 (M. 1240) yılında Âl-i Selçuk’un uc beylerinden Hamid Bey, Uluborlu’yu malikâne temellük etmiş ve badehu evlâd-ı iyâline kalmıştır. Hâmid Bey Uluborlu’yu uzun bir müddet hükümet ve beylik merkezi olarak kullanmıştır.” (43)
   Ancak, bu temlik meselesinde Osman Turan; Selçuklu sultanlarının kendilerine en iyi hizmeti vermiş olan önemli kişilere iktadan daha büyük bir ihsan olduğu için muayyen toprakları temlik ettiklerinden, Uluborlu’nun da Sultan Keyhüsrev tarafından Hâmid Bey’e temlik edildiğinin mümkün olacağına işaret etmektedir. (44)
   Türkiye Selçuklu Devleti’nin son günlerini yaşadığı sırada -ki İlhanlı Hükümdarı Ebu Said’in 1318’de Anadolu’ya genel vali olarak tâyin ettiği Emir Çoban’ın oğlu- Timurtaş bütün Selçuklu hanedanını imha edecek, dolayısıyla bu imha hareketinden kurtulabilen Selçuklu şehzadeleri çareyi dağ bölgelerine kaçarak uc beylerine sığınmakta bulacaklardır. (45)
   İşte bu durum Selçuklu Devleti’nin bilfiil sona ermesine yol açmıştır. Bunun neticesinde istiklâlini ilân eden Hâmid Bey, komşu Türkmen aşiretlerini idaresi altında toplamayı başarmış ve güçlenmiştir. Özellikle doğusundaki komşusu Eşrefoğlu Seyfeddin Halil Bey’in, Selçuklu ülkesinde zorla hüküm süren ve baştan beri Türk-İslâm dünyasına zulmeden Moğollar ile yaptığı mücadelelerden istifade ederek, onun bölgedeki nüfuzunu kırmayı başarmıştır. Zamanla bölgedeki güç dengesini kendi lehine çeviren Hâmid Bey, sınırlarını bilhassa Eşrefoğlu (Seydi Şehri) ülkesine doğru genişletmeye başlamıştır. Çok otoriter ve iyi bir siyaset yürütücüsü olan Hamid Bey’in bu vasfını; Anadolu’da İlhanlılar’ın tartışılmaz büyük hâkimiyetlerinin olduğu dönemlerde, bağımsızlığını ilân etmesine rağmen H. 699’da Uluborlu, Eğirdir ve Burdur gibi Hamid İli merkezlerinde İlhanlı Hükümdarı Mahmud Gazan Han adına sikke kestirip, görünüşte İlhanlı hükümdarını metbu olarak tanımış (46) olmasında görüyoruz.
   Hâmidoğulları Beyliği isimli eserinde Sait Kofoğlu, bu konuda M. Arif’in yanılgıya düştüğüne işaret ediyor ve diyor ki; “Çünkü Şikârî Tarihi’nin ne M.Koman tarafından neşredilen Konya nüshasında, ne de İstanbul Milli Kütüphanesi’ndeki Ali Emîri nüshasında, Hamid Bey’in Şam’dan Anadolu’ya geldiğinde Selçuklu Sultanı Alâeddin’in huzuruna çıktığına ve onun taltifine mazhar olduğuna dair herhangi bir kayıt mevcut değildir.” (47)
   Beyliğin ilk kuruluş yıllarındaki sınırları; Uluborlu merkez olmak üzere Isparta, Burdur, Eğürdir, Barla, Ağros (Atabey), Gûnan (Gönen) ve Kiçi-borlu’dan (Keçiborlu) müteşekkil iken, Hamid Bey’in idaresinde daha da genişlemiş Yalvac, Kara Ağac (Şarkî Kara Ağac), Afşar, Pavli (Bavlu), İncirlü ve Ağlasun’u içine alan bölgede büyüme göstermiştir. (48) Kalkanşadî, Dündar Bey ve sahib olduğu yerlerden; “Hamid Eli’nin merkezi Birgu (Uluborlu), Emîri Dündar Bey’di. Dündar Bey’in sahib olduğu diğer yerler de Belvac (Yalvac), Kara Ağac ve Eğriduz (Eğirdir) idi” şeklinde bahsetmektedir. (49) Selçuklular’da olduğu gibi Anadolu beyliklerinde de devlet bir ailenin malı olarak kabul edilmekteydi.
   Buna göre ailenin en yaşlı ve aile tarafından baş olarak seçilen kişisi Ulu Bey olurdu. Ulu Bey, devletin en büyük reisi sıfatıyla hükümet merkezinde otururken, diğer evlâdlar ve kardeşler de idarelerine verilen vilâyet ve beldelerde hüküm sürerlerdi. (50)    Hamidoğulları Beyliği’nde de bu idarî gelenek devam etmiş ve Hamid Bey ailenin en yaşlı üyesi olarak hükümet merkezi olan Uluborlu’da, Ulu Bey hükümranlığını sürdürmüştür.  
__________________________________________________________________________________
41-Böcüzâde Süleyman Sami, a.g.e, s. 18
42-S.Kofoğlu, a.g.e, s. 123
43-Seyyid Veliyüddin Menakıbı, trk. çev. M. Takiyüddin, Uluborlu, 1313/1895, s. 17-18’den naklen;
S. Demirdal, a.g.e, s. 46-53
44-Prof. Osman Turan, Türkiye Selçukluları’nda Toprak Hukuku, s. 554-555/563-564
45-Müneccimbaşı, a.g.e, Varak 363a; O. Turan, a.g.e, s. 644-645
46-Şikari Tarihi, Ali Emirî Nüshası, s. 39
47-Böcüzâde Süleyman Sami, a.g.e, s. 54
48-M. Arif, a.g.e, s. 940; Sait Kofoğlu, a.g.e, s. 115
49-Kalkanşadî, Subhu’l-Â’şâ, fi Sınaâti’l-inşâ, V, Kahire 1913, s. 341
50-Dusturnamei Enverî, Neşr. M.H.Yinanç, İst. 1299, s. 26-31-33

   
   Hâmid Bey'in 1302 ve hattâ 1303 yılında halen sağ ve Uluborlu’da hüküm sürmekte olduğu, ilk defa Böcüzade’nin eserinde kısaca bahsettiği Koyungözü Baba Zaviyesi’ne ait olan 702/1302-1303 tarihli bir vakfiye ile aydınlığa kavuşmuştur. Koyungözü Vakfiyesi hakkında bize bilgiler aktaran tarihçilerin görüşleri itibariyle bu vakfiyenin Türkçe metninden en önemli bölümler şu şekildedir; Vakfiye, “Allah’a hamd onun peygamberi Hz. Muhammed ve ehli beytine ve ashabının hapsine salât-u selâm olsun” niyazıyla başlıyor. Sonra ‘Çukuryer’ adıyla meşhur olan derbend mezra'asının değerinin 112 halis kırmızı altın flori olduğu ve satılık mülk iken vakıf hâline getirildiği, sonra da Eş-Şeyhu’l-a’zam Sahibu’l-Vilâyet ve’l-keramet e-Şeyh Koyungözü Baba adına vakfedilir. Talimat mı diyelim nasihat mi, ama kendi gerçeğiyle ‘Hiç kimseye satılmaz, hibe edilmez, hiçbir şekilde değiştirilemez. Kim bunları duyduktan sonra değiştirirse onun günahı değiştirenleredir’ notu düşülür ve ‘kim bunu değiştirirse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun’ babında, Ayasofya’da tesis ettiği yeni İslâmi ruhunu bozanlara Fatih Sultan Mehmed’in de okuduğu aynı lânete işaretle vakfiyenin 702 H. senesinin Receb ayında (51) yazıldığı mührü vurulur. Eski Türk Devlet geleneklerine göre hâkimiyetindeki topraklarını ailenin üyelerine taksim eden Hâmid Bey, Gûnan merkez olmak üzere Kiçi-borlu, Ağros, Afşar ve Kara Ağac’ı oğlu İlyas Bey’e, Eğirdir ve Burdur havalisini de Burdur’da oturan İlyas Bey’in oğlu ve torunu Feleküddin Dündar Bey’e vermiştir. (52)

Beylikler Dönemi’nin Yalvaç Kara Ağac’ı
   Kara Ağac; Kara Ağac adını alıncaya ve Türkmen ocağı oluncaya kadar Makedon, Roma, Bizans gibi güçlerin elinde kalmış bir şehir özelliğindeki son şehri Neâpolis'ten devraldığı bölgede beklenen fütüvvet ve mürüvvet döneminin kapılarını açan ve önce Selçuklular ile başlayıp, uzun süre bölgeye ad verip şahane bir beylik devri başlatan Hâmidoğulları'yla devam edegelen bir Türklük şuurunu Osmanlı asaletiyle tamamlayan bir nâhiyedir.
   Hâmid Beyliği'yle buluştuğu dönemlerde de Kara Ağac ismiyle anılan nâhiyenin ön ek alması ise bölgesindeki bir diğer Kara Ağac'ın olmasındandır ki o şehir de Hâmid Beyliği'nin Isparta Sancağı Göl-hisâr'ına (Kul-Hisâr) bağlı Kara Ağac'dır ve her ikisinin de Hâmid Sancağı'na bağlılığındandır. Denizli'nin, Kütahya Sancağı'na bağlı olduğu dönemlerde her iki Kara Ağac için Şarkî ve Garbî ön ekine ihtiyaç duyulmayıp ‘Kara Ağac-i Gölhisar ve Kara Ağac'i Yalvac’ şeklinde telâffuz edilirken biraz evvel de bahsettiğimiz üzre Isparta Livâsı'nda iki Kara Ağac'ın bulunması ve bu yerlerin Gölhisâr ve Yalvac ilçeleriyle bağlantılı olarak tarif edilmemesi Kara Ağac-ı Göl-hisâr'ına Garbî, Yalvac Kara Ağac'ına da Şarkî ön eklerinin verilmesi mecburiyetini doğurmuştur.
Dolayısıyla hâlen mevcut ismi Şarkî Kara Ağac olan ilçemiz bir ara Kara Ağac-i Yalvac, bir ara da Kara Ağac'ı Şarkî isimleriyle tabir ve tarif edilmiştir. Kara Ağac'ın tarihiyle uzaktan ve yakından ilgilenen birçok kişi burasını; "İlçeye 'Kara Ağac' isminin verilmesi, bölgeye ilk yerleşimin büyük kara bir ağacın çevresinde olmasına bağlanmaktadır" diyerek âdeta bu şehri son yılların nişanesi olarak bir Ağaclı Şehir manzarasında tanıtma gayretine düşmüşlerdir. Halbuki bu iki kelimenin aslı bize Kara'dan; Kutlu'yu, Ağac'dan; Şecere'yi almak suretiyle Kutlu (Soy) Şecere'yi vermektedir. Ki hem Osmanlı döneminde, hem de Osmanlı döneminin çok evvelindeki Türk milletlerinin halkları arasında Kutlu bir manâ taşıyan Kara ile meâli şecereye varan Ağac kelimelerinin yoğrulup Anadolu toprakları üzerinde isim aldığı yer adedi 32 dolayındadır. Çünkü Türkmenler hep Kara'yı kutlu manâsında benimseyip; Moğolistan'ın güneybatısında Kara-kurum, Sirderya çevresinde Kara-kum, Orhon'un sol sahilinde Kara Balgasum, Doğu Türkistan'da Kara-şar, Türkistan'da Kara-tegin, Azerbaycan'da Kara-bağ, Anadolu aşiretleri arasında Kara-koyunlu, Karamanlı, Kara tekeli, Karalı, Kara-eşmelü, Kara-hisar, Kara-gündüzlü, Kara-hacılu, Kara-Afşar, Kara-deniz, Kara-hamzalı, Kara-kocalar, Karaca-kürd, Kara-muklu, Kara-şeyhlü, Kara-tay, Kara-yürük, (53) Kara-pürçek ve nihayet Kara Ağac'da olduğu gibi isimlerin ön ekinde kullanmışlardır. Dolayısıyla ilçemiz Kara Ağac; Türkmen adabına ait bu iki kutlu kelimeyi, has manâda buluşturup meâl kazandıracakları yerde, bunu kara Ağaçlı bir mekân sıfatıyla ve Kara'yı da bir renk olarak değerlendirenlerin şehri olmayıp kendi öz değerinde şehir olan bir Kara Ağac'dır.
   II. Kılıç Arslan'ın Myriokefalon'da Bizans Kıralı Manuel'i mağlûb edip Anadolu'ya tamamen hâkim olacak Türkler'in fütûhatına yol açmazdan önce, Bizans güçlerinin Haçlı ittifaklarıyla birçok defa üzerinden gelip geçtiği ve hattâ bir süre onların hâkimiyetlerinde kaldığı Kara Ağac, bu dönemlerde sık sık Türk akıncılarının da baskınlarına maruz kalmıştır.
 _________________________________________________________________________________
51-O. Turan, a.g.e, s. 564
52-Böcüzâde Süleyman Sami, Isparta Tarihi, Yayına Hazırlayan Dr. Suat Seren, s. 19
53-Yusuf Halaçoğlu, a.g.e, s. 112


   Myriokefalon Zaferi bu bölgenin artık Türkmenler'in mülkü olmasını ve bir daha ne Bizans, ne de bir başka gücün hâkimiyetini tanımamak üzre Türk'leşmesini sağlasa da, Kara Ağac ve havâlisi 1203 yılında Rükneddin Süleyman Şah'ın oğlu lll. Kılıç Arslan zamanında Selçuklular'ın idaresine geçmiştir. Kılıç Arslan'ın katlinden sonra 1264 yılında lll. Gıyaseddin Keyhüsrev Sultan olmuş ve sultanlığı 1281'e kadar sürmüştür.
   Bu senelerde Kara Ağac'da Selçuklu Sultanı tarafından bugün Câmi-i Kebir adıyla bilinen en eski câmi inşâ’a edilmiştir ki câminin batı tarafındaki bir pencerenin üzerinde bulunan kitâbede hem inşâ’a tarihi, hem de Selçuklular'ın o zamanki durumuna ait izahatlar yer almaktadır. Kara Ağac'ın Câmi-i Kebir'indeki bu bilgilerle 1281'li yıllarda Selçuklu ülkesinin Keyhüsrev ve Gıyaseddin Mes'ûd arasında ikiye bölündüğünden haberdar oluyoruz. Bu taksimatta Kara Ağac, Hâmidoğulları Beyliği'nin İsauria kısmında kalmıştır. Zaman zaman coğrafî özellikleri itibariyle diğer beyliklerden Eşrefoğulları'yla, Germiyanoğulları ve Karamanoğulları'nın da etkisi ve hâkimiyetinde yaşayan Kara Ağac Osmanlı Devleti'ne satılmazdan önce, yine Osmanlı arşivlerindeki esas bilgilerinin kaydına göre en uzun soluklu hâkim şehir özelliğini Hâmidoğulları Beyliği idaresinde gerçekleştirmiştir. Hâmidoğulları Beyliği'nde Teke Kolu kurulunca da beyliğin istiklâlini ilân eden Hâmid Bey'in torunu Feleküddin Dündar Bey'in Uluborlu'dan merkezi taşıdığı Eğirdir bölgesinde kalan Kara Ağac'ı, İlyas Bey zamanında Eğirdir'i yakıp yıkan Karamanoğulları'ndan Alâeddin Bey işgâl etmiştir. Etrafındaki beylikler için biteviye tehlike arzeden ve Eşrefoğlu Süleyman Bey’i Beyşehir gölünde boğmazdan az önce kulağını ve burnunu kesecek kadar ileri derecede vehamet gösteren Karamanoğulları korkusu ve yakıp yıkma itiyadına karşı, devrin Emiri Hâmidoğlu Hüseyin Bey, kendisini emniyete almak gayesiyle -tarihi hakkında farklı kayıdlara rastlıyoruz- 1381'de Osmanlı Padişahı I. Murad Hüdavendigâr ile yapmış olduğu bir andlaşma neticesinde, 80 000 altın karşılığında Isparta, Yalvac, Akşehir, Beyşehir, Seydişehir ile birlikte kendi hâkimiyetindeki Kara Ağac'ı da Osmanlılar'a satmıştır. Böylece bölgede başlayan Osmanlı hâkimiyeti, Kara Ağac'a huzur ve sükûnun gelmesini sağladığı gibi bugünlere ışık olan ve ihtiyaç duyduğumuz arşiv belgelerinin muntazam tutulmasını da sağlamıştır. Bugün, Kara Ağac'ın Şarkî ve Garbî gibi iki ön ekiyle birbirinden ayrılmasına ihtiyaç hisseden idareyi zorlayan husus, Osmanlı dönemine beylik döneminden kalma ve Hamid Sancağı'na intikal eden iki Kara Ağac bulunmasıdır. Ki işte bunlar 1530 Tarihli Muhasebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri'nde kayıtlı olan Kara Ağac-ı Yalvac ile Kara Ağac-ı Göl-hisâr'dır.

İki Kara Ağac Üzerine Tesbitlerimiz
   Peki iki Kara Ağac hâdisesi nasıldır? Bu hususu biraz daha genişletecek olursak, şöyle ki; Yeşil Sahra olarak bilinen Hâmid Ovası'nın tamamen Türkmen egemenliğine geçişiyle birlikte 24 Oğuz boyundan 21'ine bağlı boydan aşiret, oymak ve cemâ'atler Hâmideli'ne gelip birçok yöresine yerleşmeye başlamışlardır. İşte bunlardan Salur, Çavundur, Bayad, Beğdili, Karkın, Süvar, Karlu, Çarık, İgdir ve Eymür boylarıyla Şarvan, Kara-Yaka, Bozlu ve Karakuzulu gibi bölükler (Şarkî) Kara Ağac bölgesinin emin mesken seçilen yerlerine yerleşmişlerdir. Bu bir anlamda emniyet cihetince yüksek zirvelere veya dağ eteklerine yerleşim şeklinde olmuştur ve elbette yerleşim alanlarına sadece boy ve bölük adı verilmemiş; Tunâ-Şâh, Arslandoğmuş ve Zengibar gibi soy isimlerinin yanısıra Çeltik, Ördekçi, Çaltı, Armudlu, Bilcüğez, Köprü, Akça-kal'a, Sürtme, Ulu-dinek, Orvasi, Nudra ve Saraycık gibi tabiattan menkul isimler de karyelerde (köy) yer almıştır. Bizi Kara Ağac adına, aydınlatacak kördüğümün çözülmesi için de Kara Ağac Ovası'nın Afşar Beyi Kara Ağaç Baba'ya müracaat etmemiz gerekiyor. Çünkü Hamid bölgesine Kara Afşar Boyu'ndan da bu 'Kara Ağac Baba' öncülüğünde iki boy gelmiş ve Kara Ağac-i Göl-hisâr olarak isimlendirilen Kara Ağac ile Yalvac Kara Ağac'ı, Hamid Bey'in kurduğu kısmı bugün Eşeler Dağı eteğinde kurulu Kum Afşarı Kasabası'nın bulunduğu yere, bir kısmı da Elma Dağı'nın batısındaki Karahöyük Afşarı'na yerleşmişlerdir. Beylikler döneminde Kara Hâmidoğulları Beyliği'ne bağlı birer yerleşim yeri iken Kara Ağac'i Göl-hisâr'ı bu dönemde 'Hamid Ovası' olarak biliniyor ve bu isimle anılıyordu. Dolayısıyla Hamid Ovası dolayları Kara Ağac isminin yerleştiği bir bölge olmuştur. Öte yandan bu sıralarda Hamid Ovası'na inen ve Hamamkaşı ve Kazıkbeli'nde yol kesip kervanları soymaya başlayan Germiyanoğlular'ı ile bölgenin ilk hâkim gücü olan Avşarlar arasında sık sık kavgalar çıkmış, sonunda Avşarlar'dan bazılarının Germiyanoğulları'yla yakın ilişkilerde bulunmaları Afşar Bey'i Kara Ağac Baba'yı çok kızdırmıştır. Germiyanoğulları'na boyun eğmeyip savaşa girişen Afşarlar, Kara Ağac Ovası'ndan Germiyanlar'ı sürüp atmışlardır. Bu durumdan sonra bölgede bir kahraman olarak ad alan Afşar Baba'nın şeceresine uygun Afşar isimli nâhiyenin kendisine bağlandığı tek nefsi (şehir) yer de Yalvac Kara Ağac'ı olmuştur. Sadece Hamidoğulları Beyliği'nin Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonraki Hamid Sancağı'nda tutulan Muhasebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri'yle, diğer Muhasebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri'ne baktığımızda karşımıza tam 32 adet Kara Ağac adı çıkıyor. 12 adet Kara Ağac ile Kütahya Livâsı başta geliyor. Bu livâdaki Kara Ağac isimleri; Uşak Kazâsı Yalak Köyü Karaağac alanı çiftliği, Uşak Kazâsı Gök-Yaka köyü Karaağac çiftliği, Banaz-i Uşak Karaağac Köyü, Altuntaş Nâhiyesi Karaağac Köyü, Eğri-göz Kazâsı Karaağac Köyü, Gediz Nâhiyesi Karaağac Köyü, Kalın-virân Nâhiyesi Karaağac Köyü, Kütahya Kazâsı Karaağac Köyü, Lazkiye Kazâsı Karaağac Köyü, (Tolca) Karaağac Köyü, Uşak Kazâsı Karaağac Köyü ve Lazkiye Köyü Karaağaç Câmii'dir ki, Kütahya'da bu kadar yoğun Kara Ağac isminin olmasını bir bakıma Kara Ağac Baba'nın kahramanlığına ve bölge halkına tesir edişine bağlamak mümkündür.
   Kara-hisâr-i Sâhib Livâsı'nda ise; Barçınlu Kazâsı'nda Karaağac Köyü ve mezra‘ası olmak üzere iki yer, Karahisâr Nâhiyesi'nde de bir karye ile bir mezra‘a bulunuyor. Sultan-önü Livâsı'nın İn-önü Kazâsı'yla Karacaşehir Kazâsı'nda birer karyenin ismi de Karaağac'dır. Ankara Livâsı'ndaki Karaağac karyeleri Ankara, Bacı ve Yaban-âbâd kazâlarındadır. Diğer yerleşim yerlerinden Karaağac mescidi Bacı'da ve Karaağac mezraası da Çubuk Kazâsı'ndadır. Hamid Livâsı'na gelince burada da Afşar Nâhiyesi'nde bir bazar ile bir câmiye Karaağac adı verilmiştir. Göl-hisâr'a bağlı, bir Nâhiye Karaağac (Acıpayam makarrı Acıbadem) ile bir karye Karaağac (54) vardır. İlçemiz Yalvac Kara Ağac'i nefsi bir yer olarak bu tarihte isim alırken ara ara gelişmesini müteakiben Nefs-i, Nâhiye ve Kazâ olarak isimlendiriliyor.
   Öte yandan Muhasebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rum Defteri'nde Niğde Livâsı'ndaki Gürün-Develü Nâhiyesi'yle Karahisâr-ı Develü'sünde birer mezra‘a Karaağac'ına rastlarken, Kayseriyye Livâsı'nda bir Karaağac Bucağı mezra‘asıyla, İç-il Livâsı'nın Ermenek Nâhiyesi'nde de bir Karaağac-i zemininin mevcut olduğunu görüyoruz. Cem'an 32 adet Karaağac'ın hiçbirinde Şarkî ve Garbî yahud da Şimalî veya Cenubî gibi benzer ön eklerle ayrılmış bir başka yöne işaretli Kara Ağac'ı okumak mümkün değil. Lâkin o günün idaresinin böyle bir sıfat ile iki Kara Ağac'ı, aynı ismi alışlarından dolayı birbirinden ayırmaları da bir zaruret olarak görülmüştür. Osmanlı arşivlerinde asırlar boyu sadece merkezleriyle ayırdedilen ve Kara Ağac olarak geçen bu Hamidoğulları döneminin hâkimiyetindeki birinci Kara Ağac olan Kara Ağac-ı Göl-hisâr, Merkezi Kütahya'da bulunan Germiyanoğulları'na bağlanıp bir süreliğine hâkimiyetinde kaldıktan sonra yeniden Hamid Sancağı'na bağlanınca işte bu iki Yalvac ve Gölhisâr Kara Ağac'ını birbirinden ayırdetmek üzere Şarkî ve Garbî sıfatları Cumhuriyet dönemine yakın tarihlerde, zamanın idaresince kullanılır olmuştur ki, Hamidâbâd ilinde hem kazâ sıfatında, hem de aynı isimde iki Kara Ağac'ın olması buna ihtiyaç hissettirmiştir. Öbür taraftan Anadolu'daki birçok ilde Karaağac isimli diğer yerler, ön ek ismine ihtiyaç duyulmadan, ya bağlı oldukları il, ya da ilçeleriyle farklılık gösterdiğinden Kara Ağac ismini eksiz, aynen muhafaza edebilmişlerdir. Isparta'da bu mümkün görünmeyen bir hâl arzetmiş ve Kara Ağac isimlerine ön ekler verilmiştir.
   Bugün ise, bazı kesimlerce gündeme gelen Şarkî Kara Ağac isminin değiştirilme fikri asla bu şehire yenilikçi bir sıfat kazandırmayacaktır. Bilâkis, bu fikir şehrin tarihinden kazandığı Kara ve Ağac gibi iki ana mefkûreyi hem menedecek, hem de defedecektir. Bu da Kara Ağac Nâhiyesi'nin özüne tamamen aykırı, hiç şüphesiz mirasına da ihanet olacaktır. Kara Ağac; kutlu bir ismin nakaratından ibaret bir şehir değil, O'nun ta özüdür. Kara Ağac ismi Türkmen ekalliyetin bol miktarda aşiret, boy, soy, bölük gibi unsurlarını barındıran ve Bizans enka‘azının tesirlerini, Yörükânî unsurlarla silip süpüren ilçenin bir iskân bölgesinin ismidir. Ama ne yazık ki Bey Tunâ-Şâh'ı bilmeyenler, O'nu önce Donarşa gibi manâsız bir isme, sonra da Çiçekpınar gibi bir tabiat parçasına, soy Yaka-Eymür'ü bilmeyenler O'nu Yakaemir gibi anlaşılmaz bir 'Yaka Emri' meâline yahud yakambir’e çevirmişler; Fakîhler'e Fakılar, Çeltik'e Çeltek, Beğdili'ne kısaca Bey demişlerdir. Kara Ağac'ın bünyesindeki yozlaşma sadece isimlendirmelerle kalmamış, doğru dürüst tarihi hakkında bizi bilgilendirecek belgelere dayalı ve zahmet gerektiren arşiv çalışmaları yapılmamış, köy ve kasaba hakkında hep şu malûm hazırlop söz; "tarihi hakkında bilgi yoktur" notu düşülerek yazılmayan tarih yazılmıştır.Halbuki arşivlerimizde Kara Ağac ve köyleriyle ilgili öylesine ihtimamlı ve güzel bilgiler var ki, 15. asırdan itibaren Kara Ağac bölgesinde bulunan yekûn mezraa ve köy olarak tam 48 pare yerleşim yeri; önce Hane, Nefer ve Hasıla'sıyla kaydedilmiş, sonraki yıllarda bunlar genişletilerek ‘Çift, Nimçift, Bennak, Mücerred, Muaf, İmam, Çift, Â'ma, Haci’ gibi unsurlar ele alınıp evkaflarıyla birlikte değerlendirilmişlerdir. Kara Ağac’ın tımarları da bellidir, zeametleri de, hattâ muhassılları da. O günün Sarı Seydi gibi İl Yazıcıları'nın kendilerine has yazı sitilleri olan siyakâtleriyle kayda aldıkları birçok önemli detayın, bugünün nesillerine aktarılabilmesi için tâkib edilecek tek yol, onlara ulaşılacak yerin zahmet veren yollarına düşmek ve kaynağına müracaat etmektir.
_____________________________________________________________________________________
54-Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Gn. Md. (BOA) 1530 Tarih ve 438 Numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri, s.

 
  Bugün 25 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol