Bekir Yalçınkaya Resmi Web Sitesi
  Sincan Yazıları
 

  Başkan Ahmetleri Küstürme!

 Bekir Yalçınkaya
 
Ahmet Akıncı.. uzun yıllar önce Niğde’den Ankara’ya gelen bir hemşehri kimliğinde insan.
Sincan’ı sevmek, diğer mânâda Ankara’ya gönül vermek, muhakkak Ankaralı olmayı gerektirmez.
 Bu şehirde öyle insanlar var ki, kimlikleri itibariyle taşra kökenliler, ama verdikleri hizmet veya hayır hasenedde yarışları elbette kayda değer.
 Bugün bir misal olarak Ahmet Andiçen’in yerini tutacak bir eğitim ve imani hayırsever var mı? Gimsa gibi bir kuruluşun istihdam açığına katkısı olan kaç holding var? Aynı çizgide Alkan’ları, Akıncı’ları yahut Öztunca gibi kişi ve kuruluşları saymak mümkün.
 Bu türlü misal ve emsalleri düzinelerle sayıya katabiliriz.
   Yıllardır, ki uzun yıllardır bu hususiyet hep dikkatimi celbetmiştir.
    Bu itibarla yerli veya yabancı gibi bir ayırım asla kabul edilemez ve hoş da değildir.
 Ama zaman zaman tepeden inme yerel idareci seçilen kişiler için yabancı ifadesi, şayet o kişi görevlerini tam bir idrak ile yerine getiremiyorsa gündemdeki yerini alıyor.
 Makalemizin hemen başına niçin Ahmet Akıncı ismini koyduk ve sonra da yabancı potansiyelin bu şehre ne derece katkıları olduğuna değindik?
   Şundan; Ahmet Akıncı’ya zaman zaman hem bizim gibi bir By Pas geçirmesi, hem sevdiğim ahlâklı bir iş adamı olması, hem de sohbeti dinlenmesi hasebiyle ziyaretlerim olur.
   Birkaç gün önce yine insana soğukluk veren buzdolabları arasındaki işyerinde sıcak bir sohbet etmeye Ahmet Akıncı’ya uğradım. Hasbihalimiz, hep eski günlere dayalı ve eski insani seyrüsefere dayalı sürdüğü anlarda her ikimizde de mazinin letafatından hazlar meydana geliyordu.
   Geçmiş zamanın sosyal, kültürel ve ananevi faaliyetlerinin niçin bugün olmadığı elbette her ikimizi de üzüyordu.
     Ama, ne zaman ki bugüne dönmüşsek durum hep şikâyetlere varıp dayanıyordu. Büyüyen şehrin, büyüdükçe birbirine yabancılaştığı hâlinden en büyük nasibi alan Sincan’da tadı tuzu olmaz faaliyetlerin cazibeye hasretliği, sivil toplumculardan siyasi ekabirlere kadar ne kadar katman varsa yozlaştığı ve yozlaştırıldığında mutabık oluyor, ah o günler! türünden bir iç çekişde bulunuyorduk. Sonra söz dönüp dolaşıp Başkan Tuna’ya geliyor ve Akıncı bize; “Mustafa Tuna’yı nasıl buluyorsun!” diyor ve ardından da kendisiyle aralarında geçen bir münasebeti dillendiriyordu.
    Ki bir mağaza sahibi olarak kendilerine bir yük indirme bindirme fırsatı dahi tanımayan caddelerin bir buhran vesilesi olduğuna dikkat çekiyor ve bu konuda da şelaleli havuzlar yıkılır da yerine bir yüklük durak yapılır düşüncesiyle çözüm için müracaat ettikleri Tuna’nın; “ben bir başkanın yaptığını yıkamam” şeklinde cevab ile adeta bir azar sunduğunu ifadelendiriyordu.
 Bu cevab belki Tuna’ya göre makul olabilir.. Ama Yıldız’ın Gürsoy’a ait bir anıtı yıktığının görüldüğü bu şehirde eski(!) başkanlara ait yıkılan nice eserler vardır. Ayrıca her başkanın mutlak surette yıkılmayı gerektirmez düşünce yapısında bir eser diktiğine de sabit bir düşünce besleyemeyiz.
 Şelaleli bir çeşme mi, yük indirilip bindirilen bir esnaf hizmeti mi?
 Yahut eskiden sokaklarda bağırana ceza uygulanarak caydırıcılık unsurunu işletmek mi veya akşama kadar vatandaşın kafasını şişiren balık satıcılarını göremeyecek kadar kabuğuna çekilen bir yerel idarecilik mi?
 Veyahut titiz bir kontrol neticesi parkları geçmişte olduğu gibi daha düzenli ve temiz bulmak mı, yoksa çöplükten daha çöplük hâline getirilmesine göz yummak mı?
   İrem İş Hanı önünde bir hizmet gelirken iki çukur açmak mı, ya da o çukurları kaldırıma çeviremesek de birkaç kamyon kum ile halkın ayak altına düzlemek mi?
   Misaller, sadece bunlarla sınırlı değil.
   Yerel İdare’ye iddialı bir şekilde gelen başkanın artık şu ziyaret fasıllarını sona erdirmesi ve şöyle şehrin posası çıkmış en merkezi mahallerini bir dolaşmasına ihtiyaç var.
   Hiçbir hizmet masaüstü kalem ile yazıldığı ve habere döküldüğü gibi değil.
Sokak arası düğünler yasak diye haber işittiğimiz günlerden nice sonrası yine sokak aralarında cümbüşler varsa, ses kirliliği büyük bir cezayı gerektirirken adamların balık bağırtılarından midelerimiz bulanıyorsa, parklarda pislikler dizboyu ise, Sincan’ın müdavim esnafları bir yerel idareci tarafından azarlandığını telâffuz ediyorsa bu işte bir yanlışlık olmalı..
   Bize, hâlinden yakınan ve tepeden inme bir belediye başkanı diyerek memnuniyetsizliğini dile getiren sadece Ahmet Akıncı değil ki..
 Benzer mahalli hizmetsizlikler içinde çöplerinin alınmadığından yakınanlar var.
 Zamanlı zamansız çöp çıkarmama adabının sona erdiği devirin Tuna devri olduğunu söyleyenler var..
 Bize de bu hususiyetleri bir dost hasbihalinden sebeble dile getirmek görevi düşüyor.
 Yeni başkan’ın bir önceki yazılarımızda olduğu gibi bunları da görüp görmemekteki inisiyatifine yazı boyu dillendirmelerimiz kifayet de edebilir, kifayet de etmeyebilir..
 Ama, O’ elbette bu şehre Şehr-ül Emin olmak için aday gösterildi. Şehr-ül Emin’liği içinde sadece hizmet etme düsturu mu var.. Halkla iyi geçinmek, kişileri dinlemek, kişilerin sıkıntılarını dikkate almak, şehrin nizam ve intizamını temin etmek gibi mecburi görevleri var..
 Elbette kendisinden bir IV. Murad usulü tebdilî kıyafetle tebdilî hizmet beklemiyoruz, ama Sincanlıları kendilerine hoşnut kılacak işleri ortaya koymaları gerekiyor. Ki Sincan geçmişte kendisini küstüren yerel idarecileri asla affetmemiştir.
 


Kâzım Karabekir Paşa'nın kızı Timsal Karabekir (Yaldıran) ile     
 

  
Yeni Güç Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya ve 
Yazıişleri Müdürü Dursun Ali Turan, Timsal Karabekir'le

      Sincan Kars Ardahan Iğdırlılar Derneği’nden Bir Panel ilki 

   Dâvâ dostum Halaçoğlu;Dünya’yı sömüreceksiniz, zencileri esir diye satacaksınız. Ondan sonra geleceksiniz 'bize siz soykırım yaptınız' diyeceksiniz. Asıl soykırım yapacak nitelikte olacak insanlar kendileridir. Van'da 24 Mayıs 1915'de taş üstünde taş kalmamış, her şey dümdüz edilmiş ve 80 bin insan katledilmiştir” diyerek uzun uzadıya meseleleri anlattı. Osmanlı’ya tebaa Ermeniler’in nasıl Ruslar ile işbirliği yapıp kendi bindikleri dalları kestiklerini, Tehcir’in fiziki ve ruhi yönlerini, özellikle de o günün isyancı Ermeniler’inin nasıl İngiliz ve Fransız gibi Anadolu’yu işgâle kalkışan devletlerce kullanılıp, sonra da ortada bırakıldıklarını belgeleriyle ortaya koydu. Sözlerinin sonunda da “biz belgelerimizle her şeyi tartışmaya hazırız. Soykırım iddiasında bulunanlar da belgeleriyle gelsinler. Tartışalım.. Ki gelmeleri mümkün değil. Zira haksızlıkları ortaya çıkacak korkusunu yaşıyorlar. Propagandanın asıl amacı bu” gerçeğine işaret etti. ..Ve Halaçoğlu’nun özeti şuydu: “Biz Dünya’da çok fazla devlet kurmuşuz, böyle bir milletiz. Bugün 'Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaz' demeyin. Devletler yıkılır. İnsanlar gibidir devletler. Birbirimizi “bu Alevi’dir, bu Sünni’dir, bu Kürt’tür, bu Türk’tür” diye ayırım yapacak mıyız? Yoksa aynı çatı altında hepimiz akıllı olup birlik ve beraberlik içinde mi olacağız?”

    HALAÇOĞLU’ndan Ermeniler’e Tokat Gibi Cevap 
   Bir zamanlar bin yıl sürecek denilen şu malûm Post-Modern Darbe’nin Balans Ayarlı Vadisi Sincan’da  faaliyet gösteren Kars Ardahan ve Iğdırlılar Derneği tarafından düzenlenen ‘1915’te Neler Oldu’ konulu panelde işte o mahkûmiyeti devlet kanalıyla iptal ettirilmiş dâvâ adamı Profesör Doktor Yusuf Halaçoğlu, öyle misallerle şu Soykırım yalanını anlattı ki, duysalardı, özürcü özürlüleri utançlarından yerin dibine girerlerdi.

   Bana göre, Dernek Başkanı Seyfettin İltir’in; “ben ecdadımı arkadan vuran, Ruslar ile işbirliği yapan ve Kars bölgemizde toplu mezarlara sığmayan ecdadımı katledenlerden özür dileyemem. Özür dileyen ve kendini aydın zannedenleri de buradan şiddetle kınıyorum” diyerek tepki verdiği panel, Post-Modern Darbe ile adı “Şu Şeriatçı Sincan mı”ya çıkan; Sincan’ın ne derece milli hassasiyetlerine bağlı ilçe olduğunun da bir isbatıydı.


   
Bekir Yalçınkaya TTK Eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ile

Sincan; Atamer Genel Başkanı Prof. Ünsal Yavuz ile Kâzım Karabekir Paşa’nın Kızı Timsal Karabekir (Yaldıran)’ın da mükemmel tesbit ve ilmi araştırmalarının karşılığı olan izahatlarıyla dikkate şayan bir panelin hassasiyetini yaşadı.

  O kadar belge ve bilgiye dayalı sözlerin içinden, süzebildiklerimin içinde, Yusuf Halaçoğlu itibariyle, Akdamar Kilisesi’nde tecavüze uğramamak için kendini göle atan kadınlar ve toplu mezarlara itibar etmeyen aydınlara kahreden bir profesörün lânet okuyuşu vardı. Ünsal Yavuz Hoca cephesinden de, şu Millet-i Sadıka’dan olup Fransa’nın Notre Dam Kilisesi’nde, yalan alıp dolan satanların nasıl lejyonerliğe soyunup üç kâğıda getirildikleri vardı.

  Bir şey daha vardı ki, işte o, Türk kadınının milliliğini, ferasetini, vatanperverliğini ve hayatını milletine adamış bir komutan gibi, kendini milletinin kaygılarını izafeye, sahte aydınların dalkavukluklarını deşifreye adayan bir Hanımefendi’nin içine iç sığdıramaz bir şükran hâliydi.. Diyordu ki; “Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası’nı düzenleyenler  kara yüreklilerdir ve bu çok acıdır.”
    O Hanımefendi Kadın Timsal”di ve hayatının her anını, tıpkı babası gibi memleket meselelerine vakfetmişti.

  Ben; Babası Kâzım Karabekir’in, Türk Bayrağı’nı indirip yerine İngiliz bayrağı çekenlere duyduğu öfkeden bir öfkeyi Ermeni Özürcüleri’ne duyan, Timsal Karabekir kadar milli olamayan yoz tabaka insanlarına ekmek veren ve  verdiği ekmeğin hakkını alamayan Anadolu toprağından utanıyorum.

     O toprak ki, bırakın ahde vefalı muhafızlarını, ne kadar hain varsa onları da besledi ve hâlâ da beslemeye devam ediyor. Galiba utanacakları an’a kadar değil, ölecekleri güne kadar da besleyecek ..

             
  Yalçınkaya'nın, Halaçoğlu ile konferans öncesi sohbeti 

    Sincan Kars-Ardahan-Iğdır Kültür ve Dayanışma Derneği (KAI Der) tarafından Belediyesi Kültür Merkezi’nde düzenlenen, ''1915'de Neler oldu? Gerçekler Nelerdir?'' konulu panel büyük bir ilgi gördü. Panele damgasını vuranlar ise konuşmacı olarak katılan Türk Tarih Kurumu (TTK) eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu,  Başkent Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Atamer Genel Başkanı Prof. Dr. Ünsal Yavuz ve Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Karabekir Ermeni Meselesi, Tehcir’in Sebebleri ve Ermeni Özürcüsü Aydınlar hakkında önemli açıklamalarda bulundular. Takdim konuşmalarını Ardahan eski Milletvekili Faruk Demir’in yaptığı Panelin açış konuşmasını yapan Dernek Başkanı Seyfettin İltir “millet olarak asıl arkadan vurulan, sadece Doğu’da 30 bin insanı Ermeniler tarafından katledilen biziz. Bu konuda asıl özür dilenecek bir millet var ise o da Türk Milleti’dir.  Asıl bizden özür dilemesi gerekenler Ermeniler’dir. Bizler canlı tarihiz. Dedelerimizi, ninelerimizi onların ailelerini nasıl kayıp ettiğimizi bizlere sorsunlar. Tarihleriyle yüzleşsinler. Halep oradaysa arşın burada” diyerek, konuşmacılar Halaçoğlu, Yavuz ve Karabekir’e teşekkür etti.

     
Halaçoğlu: İddia Tarihsel Gerçeklerin Işığında Anlaşılır    

 Panelin ilk konuşmacısı, Türk Tarih Kurumu (TTK) Eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu oldu ve Halaçoğlu, sinevizyon eşliğinde rakamlar vererek Tehcire ne kadar sebeb varsa hepsini anlattı. 1915 olaylarına ilişkin, Türk milleti olarak her şeyden önce bilgi sahibi olunması gerektiğini belirterek Kars’ın Derecik Köyü’nde süngülenen ve samanlıkta yakılan 476 Türk insanından, bulunan toplu mezarlarda karınlarından hançerlenmiş bir genç nesilden bahseden Halaçoğlu: “istiyorlarsa Amerikan Temsilciler Meclisi'nde sözde soykırımı kabul etsinler, istiyorlarsa bütün dünya kabul etsin. Önemli olan bizim kabul edip etmememiz'' dedi. Tarihibir çok yalanla karşı karşıya olduğumuzu ve o dönemlerde telgrafın başında bir Ermeni’nin bulunduğunu ve gizli şifreli telgrafların hiçbirisinde şu kadar Ermeni öldürüldü diye yazmadığına dikkat çeken Halaçoğlu, Tarihte Türkler tarafından kurulmuş devletlerin hiç birinde ''ırkçı politikalar'' izlenmediğini kaydetti. Osmanlı İmparatorluğu’nun, 1800'lü yılların sonuna doğru topraklarında zengin petrol kaynakları bulunduğunun anlaşılmasının ardından hiç bir ham madde kaynağı bulunmayan Batılı devletlerin politikalarına maruz kaldığını anlatan Halaçoğlu, bu tarihsel gerçeklerin ışığında sözde Ermeni soykırım iddialarının anlaşılabileceğine işaret etti. “Özürcü Liberal aydınlar Kuruköy Mezarlığı’ndaki kemikleri bir uluslar arası incelemeye götürebilirlerse gerçek ortaya çıkar” diyen Yusuf Halaçoğlu, Tehcir sebebiyle 215 bin ABD’ye, 800 bin Kanada’ya  gönderilen Ermeni yolcu defterini inceledik. Hiçbir eksik yok. Bize soykırımı yutturmaya çalışmasınlar” dedi.
   Osmanlı’da 1914'e kadar Fransa'nın 500, İngiltere'nin 178, ABD'nin 426, Almanya'nın da 140 okul açtığını aktaran Halaçoğlu, bu okullardaki öğrencilerin daha sonra 1881'de Cenevre'de Hınçak Teşkilatı'nı, 1889'da da Taşnak Birliği’ni kurduğunu, bunların yanı sıra Adapazarı, Ankara, Yozgat gibi pek çok bölgede çok sayıda Ermeni birliğinin oluşturulduğunu ifade etti ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi bir çok insanın suçsuz yere idam edildiğini söyledi.
            

   Konferans sonrası hatıra karesi

TC Yıkılmaz Demeyin Birlik Olun!

   Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu, soykırım iddialarının yapıldığı yıllarda bir telgraf memurunun da Ermeni olduğuna işaret ederek, ''Bu nasıl soykırım ki ülkenin en etkili haberleşme sisteminin başında bir Ermeni bulunuyor. Çıkan isyanların tamamı telgraf tellerinin kesildiği bölgelerde'' dedi.
    Ermenilerin, Fransız ordusunda asker olarak görev yaptığına ve Osmanlı'ya karşı savaştığına dair bilgilerin bu ülkenin kayıtlarında ve belgelerinde bulunduğuna da değinen Halaçoğlu, aynı belgelerin ABD kaynaklarında da bulunduğunu kaydetti. Halaçoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
    ''Her şeyden haberimiz var. Avrupa'nın ne yapmak istediğini biliyoruz. Dünyayı sömüreceksiniz, zencileri esir diye satacaksınız. Ondan sonra geleceksiniz 'bize siz soykırım yaptınız' diyeceksiniz. Asıl soykırım yapacak nitelikte olacak insanlar kendileridir. Önce ona baksınlar. Buna rağmen Osmanlı Devleti çok ciddi davranmış, gerekli tedbirleri almıştır. Osmanlı İmparatorluğu tehcir kararını alanları cezalandırmıştır. Uluslararası hukuka göre buna artık 'suç isnadı' demek mümkün değildir. Çünkü suçlular cezalandırılmıştır. Ama bunu da gözden uzak tutmaktadırlar.''
    ''Van'da 24 Mayıs 1915'de taş taş üstünde kalmamış, her şey dümdüz edilmiş ve 80 bin insan katledilmiştir'' diyen Halaçoğlu, tehcir öncesi gerçekleşen bu olayları kimsenin görmek istemediğini söyledi. Halaçoğlu, ''buradan 50 kadın, kendini Van Gölüne atarak iffetini kurtarmıştır. Onlar için abide dikilmesi lâzım. Bugünkü Van budur. Burası şehit olmuş bir Van'dır. Onun için de buraya 'şehit Van' dememiz lâzım'' diye konuştu.
    Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası’nın yanlış olduğunu da belirten Halaçoğlu: ''Biz Türk milleti olarak her şeyden önce bu bilgilere sahip olmak zorundayız ve hiç bir zaman da moralimizi bozmamamız lâzım. İstiyorlarsa Amerikan Temsilciler Meclisi'nde sözde soykırımı kabul etsinler. İstiyorlarsa bütün dünya kabul etsin. Önemli olan bizim kabul edip etmememiz. Biz dünyada çok fazla devlet kurmuşuz, böyle bir milletiz. Bugün 'Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaz' demeyin. Devletler yıkılır. İnsanlar gibidir devletler. Birbirimizi “bu Alevi’dir, bu Sünni’dir, bu Kürt’tür, bu Türk’tür” diye ayırım yapacak mıyız? Yoksa aynı çatı altında hepimiz akıllı olup birlik ve beraberlik içinde mi olacağız?
   Bu coğrafya çok devlet götürmüştür. Birlik ve beraberliğimizi sürdürelim. Bırakın ufak tefek şeyleri, vatan ve milletimiz her şeyin önündedir. Bunun gerisinde hiç bir şeyi kabul etmiyorum ben. Birlik ve beraberliğimizi koruyalım. Batı dünyasına güvenmeyin. Tarihte her zaman kendi çıkarına kullanmıştır'' diyerek birlik mesajları verdi.
   
Timsal Karabekir: Özürcüler Kara Yürekli
 Kâzım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Karabekir de ''dününü bilmeyenin yarını bilmeye hakkı olamaz'' diyerek sözlerine başladı. Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasında Kâzım Karabekir ve Mustafa Kemal Atatürk arasında yaşanan diyalogları da aktaran Timsal Karabekir, Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası'nın da ''kara yürekliler'' tarafından düzenlendiğini ve bunun çok acı olduğunu söyledi.
   Tehcir süresince Ermeniler’in vatanın bir yöresinden işgâl altında olmayan başka bir yöresine nakledildiğini anlatan Karabekir, ''Devlet tedbirler alır. İddia edilen sözde soykırım olsaydı doktor ve süt verilir miydi bunlara? Tehcir zorunlu göçtür, ama soykırım bir ırkın dünya üzerinden yok edilmesidir'' dedi.
   Kâzım Karabekir'in 1918 başlarında Ermenileri’n Türkler’e yaptığı zulümlerinin belge ve fotoğraflarını İstanbul'a gönderdiğini, ancak bunların neşredilmediğini aktaran Timsal Karabekir; “yani 1918. Bizim bu belgeleri dünya kamuoyuna göstermemiz gerektiğini Kâzım Karabekir 90 yıl önce göstermiş'' diye konuştu.
    Başkent Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünsal Yavuz ise 1973-1979 yılları arasında Fransa'da doktorasını yaptığı sırada Ermeni olayları ile ilgili bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı’nın kayıtlarına girdiğini ve çok sayıda belgeye ulaştığını anlattı.
   Kayıtlara göre, 1915'de devletin gerillalara karşı gücünü ortaya koyduğunu dile getiren Yavuz; ''burada bir soykırım söz konusu değildir. Yaşananların nedeni dış devletlerdir. Bizim sırtımız pek alnımız açıktır. Bizi arkadan vuran Ermeni Lejyonerleri Fransa yetiştirmiştir. Şimdi de aynı zihniyetteki ecdadın nesli soykırım propagandası yapıyor'' şeklinde konuştu.
  İlgiyle takip edilen panel sonrası Halaçoğlu, Yavuz ve Karabekir’e plaket takdim edildi.

 
Hakk’ın Rızasını KAZAN’mak/ SONDAKİKA
   
SATI KADIN’IN BİZE HATIRLATTIKLARI
    
Kazan Ovası’na adını veren ve bir yaz günü Atatürk’ün gelişiyle tarihte yerini alan Kazan köyü, hemen bütün siyasi atmosferinde önce Satı Kadın havasını teneffüs ettirir.

  Satı Kadın; hayatı ve siyasi döneme geçişi itibariyle sık sık kendisinden bahsedilen bir hanımefendi. Lider veya önder sıfatını taşıyan insanların dikkatini celbetmek ve onların liyakatını kazanmak kolay değil. Ama, konuşmaları, misafirlik hassasiyeti, davranış biçimi ve ümitvar oluşu itibariyle Satı Kadın, Türk Milleti’nin büyük önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün gönlünde yer edinmeyi başarır. Tarih bizi; henüz Cumhuriyet’in başları sayılan 1935’lerde Meclis’te yer alan ve ilk öncü kadın milletvekili kimliğiyle kadınlardan sorumlu olarak görevlendirilen Satı Kadın’dan haberdar etmektedir.

   Burada uzun uzadıya Satı Kadın’ın malûm olan hayatını anlatmaktan ziyade, onun açtığı çığırda yürüyememenin ne derece önemli ve sıkıntılı olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Bugünkü topluma şöyle bir bakınız. Daha ziyade toplum içinde gözde olmaya heveslenen, bunun için de her türlü rezaletten şöhret çıkaranları bir inceleyin. Meselâ Semra Kadın’ı; evlâdını kendisine gösterilen geçici itibara kurban verecek kadar işi berbat bir noktaya götüren anayı. Halâ aynı rezalete talip olan, aklı şöhrete çalışan, yeni bir izdivaç ile buluşmaya çabalayan ve edepli bir hayatın faziletini de umursamayan biçareyi.

  Meselâ, bir çok meselâ içinden Tuğçe Kazaz gibi; model diye arandıkça kendisini cevahir mihengine oturttuğunu zanneden zavallıları, ki ilâhi adalettir varıp Hıristiyanlığı seçenleri. Kısa sürede adı sanı yok olan geçici dünyalıkları ve magazin sayfalarının süsünden öte maharetleri olmayan nâzeninleri..

   Daha sayalım mı? Üç-beş koca yetmeyen cadıların yeniden taze oğlan avlama sanatından, birkaç yıllığına namusunu komprador moruklara pazarlayan ve Anadolu kadınının ‘şıllık’ diye tarif ettiği nam-ı diğer manken ya da modellerin patron tavlama meziyetine kadar sosyete rezaletlerini bir bir deşifre edelim mi? Gerek yok, ihtiyaç da yok.. İslâm ahlâk ve adâbında bu türlü rezilliklere yer olmadığı gibi, bütün bunlar Osmanlı ve Türk kadınının da mizacından emsaller değiller. İlimce cahile yakın olsa da, yaşama üslûbuyla düzgün ve edebli bir köy muhtarı kadın, bana göre, kadın görünerek bu topluma zarar veren en ilimdar kadından daha değerlidir. Öyle olduğu içindir ki Atatürk’ün gözüne girerek milletin özünde yer edinen Satı Kadın, Kazan Bölgesi’nin Susuzlu eski vekili Şerafettin Yüksel’den tutun da, yakından tanıdığım hayırsever insan Hamdi Eriş’e kadar, bir çok milletvekilinden önce ismine müracaat edilen bir değerli siyasidir. İlk öncü kadın işte O’dur. Çünkü onun takip ettiği yol, bu milletin varlık sebebi olan nesilleri yetiştiren her Kadın Ana gibi, asaletli bir yoldur. Asaletinde Nene Hatun’luk, sefaletinde Kara Fatma’lık vardır ve şeceresinde üç kuruşa, Morukları Evlendirme Merkezleri’ne post serip hafiflikler yapmak yoktur.

    Keşke, ekranlarda boy gösterme adına cemiyet kamburluğundan öte maharetleri olmayanlar da, cahil kalsalardı da, -vekil olamasalar bile- bir şekil olabilselerdi..     
 
 İKİ T’Lİ BİR DÜNYA SANATKÂRLIĞI 
1-T;
TISLAMA SANATI

2-T; TEVHİD BİRLİĞİ   

    Asrımızın sinesi, havada uçarak keramet göstermek isteyenlerin meçhul gölgeleriyle haşır-neşir.. Kim gerçeğin kendisi, kim gerçeği sinsi emellerine vasıta kılan mülteci sahtekâr, anlamak güç..

 

 

 Hemen her yerde, kıymet hükümlerini çok iyi bildiği hâlde aşağılık nefsine mağlup olan insan tipleriyle karşılaşmamız mümkün.. O insanlar ki egoist arzularının telâşını, ciddi meselelerin lâkaytlığına taşırlar. Hep menfaat reyonunda, herkesten birkaç adım öndeyken, hayır ve hasenad işlerinde cemiyetin arasından toz olurlar.
   Bu manâsız, bu anlaşılması güç ahlâk fiyaskosu adeta milli servetleri nisbetinde seyreder ha.. seyreder. Onun için; ciddiyet alaya, ciddiyetsizlik alkışa tâbi tutulur. Bunun ızdırabını içinizde hissedeceğinizi zannettiğiniz anda, bir bakarsınız ki aşağılık nefs, ya Bosna’da, ya Azerbaycan’da, ya da Filistin gibi mazlum ülkelerde nüksetmiş..
    Hiç böylesine milli ve manevi bir duygu olur mu? Safsata..
    Onun tabiatından bu.. Nereden bilelim diyemeyiz. O Kaplumbağa ki, Dünya kadar büyük gördüğü sırtındaki kabuğundan başını çıkarıp çıkarıp tısss! diyor ve sonra da inzivaya çekiliyor. Niçin tıslıyor, hangi maksatla kabuğuna gizleniyor.? Dedik ya, tabiatından..
    Bu türlü Kaplumbağa’ların tıslaması ve inzivaya çekilişleri ahlâki benzeyişten ziyade, tarihi alışkanlıktan gelen bir vakıadır. Onların apayrı bir dünyaları vardır. Kendi nesillerinin çok basit bir şekilde elde edebildikleri ve öteki nesillerin elde etmekte tereddüt edip geç kaldıkları tekniğe; hariçtekilerin bilgisayarları da, uyduları da; kısacası teknik harikaları kâfi gelmez.
 Bu sebebten, geri kalmış insanlığın ananesini, hayat tarzını ve hakkını alaya alan o aşağılık nefs, o esrarengiz tabiatlı Kaplumbağa misali, faziletin Tevhid mücadelesi içinde, bin yılda fethettiği Arafat namlı Dağı, bir gün gibi kısa bir zamanda fetheder.. Ki şayet o başı kabuk bağlamış dışın sağırlığına sıkışık hayvanî müsvedde, Mü’min Âlemi’ni eze eze hedefine aldığı menziline varmışsa, bunda bir tutam ot için aşılan bir Bozkır ve Çöl sonrası varılacak bir Dağ hayâli vardır da, Hakk’ın Rızası yoktur. Amma, buna rağmen, o aşağılık nefs sahibleri, hep faziletin düşmanı olup mazlumları yerden yere çalarken üstün gelmeyi başarırlar. Niçin? Çünkü tekniğin her türlü nimetlerinden istifade edenler onlardır..
 Başta ne demiştik; “kıymet hükümlerini çok iyi bildikleri hâlde aşağılık nefslerine mağlup olan insan tipleriyle her yerde karşılaşmamız mümkündür.”
 Peki, Eza ve Cefa Hükümleri”ni çok iyi bildikleri hâlde, halâ zalimin zulmü karşısında ağlaşanlarla her yerde karşılaşmıyor muyuz? Karşılaşıyoruz.. Hem de çok fazlasıyla.. Ağlaşmak ve kendine ses veren ve kendinden ötede sağırlaşan bir Dünya’da inlemek neyin kârı? Niçin senin de Batı gibi, yahut da bir asırdır tekamülünü seyre durduğun Siyonist âlem kadar bir tekniğin ve ilmi davranışın yok.. Ki sen, yüz-yüzelli yılda ancak sapantaşından tüfek tetiğine terfi ederken, o zulümkârların yarım asırlık bir zaman içinde en asri kıyım makinelerine sahiblendiğini nasıl göremezsin?
 Geçmiş hiçbir kıymet hükmü, gelen çağların ızdırabına çare olamaz.. Ve bu Dünya insanlığı artık ne Kılıç’ı, ne de Sapantaş’nı tanımıyor.. Tanıyanları da ezip geçiyor..
 Bu itibarla Tıslama Sanatı’nın devri çoktan geçti.. Mazlumların, kendilerinin hayrına olacak şehadette mübadele ve Şeriat’ta mücadeleden kaçan kardeş İslâm Devletleri’ni göz önüne alıp, akıllarını başlarına devşirmeleri ve tekniğin her türlü imkânına kavuşmaları icab etmektedir. Yoksa Batı’nın zulüm tufanı hep, zavallılıklarından aldığı güçle başlarında esmeyi sürdürüp duracak.. İslâm Âlemi de, bir asır değil birkaç asır dahi geçse de kendisine değmeyen Sapantaşı’ndaki mazlumiyeti anlayamayacak.. 
  

   Anlamak için kerametçilerin ayakları yere basmalı..

   İnsan; ihlâsı, sadakati, samimiyeti ve asaletiyle insanlığını tayin ederken, nedense,ekseri yanlışa elpençe duruyor. Niçin? O insan ki mefkûre üstü zannedip, bu üç meziyeti cesaretiyle yoğuramadığı için ekseri yanlışa elpençe duruyor..

   Bu elpençe bize Söğüd’ü unutturdu. Söğüd’ü unutmanın bedelini de unutmuşken, hatırlamamakta ısrar ettik. Israrlar bedelleri besledi, büyüttü.. Bu ısrar ve unutkanlıklar bir zamanlar bizim (!) insanımızı tevhid ve tevellüt inkârcılığına kadar alçaltmıştı. O bizim (!) insanımız ki bir de profesördü. Onlar ve kendilerine benzetmek için avladıkları, peşine düşülen aksiyonun bir gün kendini kendinde bitireceğini dahi hesaplayamadı..

    Halâ.. halâ o hesapsızlığın “sağlama”sına yorulanlar var. Şayet bu hesaptaki mizanı “teke sakal ile takoz pipo” sağlamış olsaydı, bugün tekniğine ve taktiğine hayranlık duyulan Batı, altı asır değil, altı ay bile Osmanlı’nın tahakkümünde kalmazdı. Her ne kadar Osmanlı’nın gücü Kılıç zannedilse de, her ne kadar İslâmiyet “Kılıç Dini” olarak telâkki edilse de zaferler Tevhid Bayrağı altında, “Allah! Allah!” sedalarıyla kazanıldı.

   Yani; teke sakalı ve takoz piposuyla, havada uçarak keramet göstermek uğruna, mensubiyet ihtişamını unutanlar; ecdadın ruh manzarasını seyredemedikten sonra, ha profesör olmuş, ha Echel-ü Cühela, ne fark eder. Bir neslin, eşek yükü kitaptan aldığı ilim, Fatih’in Pontus Seferi adına Trabzon Dağları’nda attığı bir adıma bile denk gelmez.. Ama, insan olan insan, fikriyle ve zikriyle de Tevhid’e sevdalılık gösterirse, Pontus Yolu tepmişcesine üstünlük vasfına erişir. Peki, Tevhid’in sevdalısı kimdir, nasıl olur? Tevhid’in sevdalısı; ömür tabutunun otuz santimlik iki parçasını çaprazlayıp rahlesini inşa eden ve diskotek süs temayülündekilerin önünü tıkayarak yetişen imanlı gençliktir. Bir imanlı gençlik ki tek rehber Kur’an-ı Azimüşşan ile mücehhez, yanlışların en müessir darbesi, insanlık şeref ve haysiyetine sahiplenenler ordusu..

   Kendini Allah (CC)’ın nizamına mensup ve rızasını münasip görenler.! Selamünaleyküm.!

 
 
  Bugün 18 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol