KİTAP İÇİ ŞİİRLER
bEKİR yALÇINKAYA şİİRLERİ
Niyet Faslında
TAŞLARIN BEYİNLERİ
(*) Bekir Yalçınkaya
SANA DOKUNMANIN
NEDİR BEDELİ
Şimdi.. fırtınalar esti içimde
Şimdi.. duygularım öfkeye durdu
Eyvah!. Bir yüreği bilmeyen vurdu
Temmuz ayları buz kesti içimde
Şubatlarda yangınlara düştüm en
Sana kendi fermanımla piştim ben
Bu kimlerden gelen sesti içimde
Emir; “Yürü!”dür yürürüm sabırla
Aşk turunda can sürürüm sabırla
Seni bulmak bir hevesti içimde
Yoksun bu Yaz, can özüme küskünüm
Sevda tanımaz Gözüm’e küskünüm
Duygular gerçeği astı içimde
Sana dokunmanın nedir bedeli
Ya sendedir, ya bendedir bedeli
O fırtına sanma sustu içimde
Heyecanım daha şiddetli dünden
Yarınların beklediği bugünden
Şimdi.. fırtınalar sarstı içimde
Yıllardır uyuyan bahtımı şimdi
Sendeki naz beklediğim iklimdi..
HASRET İSTEME
Hasretlik mi koydun ömür adımı
“Öl.!” de amma benden hasret isteme
“Her sefer, her sefer red cevabımı
“Al.!” de amma benden hasret isteme
Sevda bu, uğruna gönlüm kederde
İnsaf eyle, zordan bir umud ver de
“Bana yakın olma, taa ötelerde
Kal.!” de amma benden hasret isteme
Gözümdeki yaşlar hüznün şarkısı
Bu can taş mı cânım, Allah yapısı
“Benim kapım muhannetlik kapısı
Çal.!” de amma benden hasret isteme
Biliyorum ki garipçe hâl çabam
Keremce bir ateş, Mecnunca bir gam
“Her dağdan Ferhatca bir yalnız adam
Gel.!” de amma benden hasret isteme
Söyle kaç ayrılık bu kadar sürer
Söyle kaç kılıktan kılığa girer
“Ara sıra uzaklardan bir haber
Ver.!” de amma benden hasret isteme
İki yürekte bir sevda fermanı
Neş’ede bir yanı, gamda bir yanı
“Yalçınkaya’m bin dört yüze bir canı
Böl.!” de amma benden hasret isteme
ÇİÇEKLER VE ÇİÇEKLER
Kökler kana kana suyunu içer
İçer de dallara bir hayat geçer
Açar, hep sevgiye, sevdaya açar
Yaprakların arasında çiçekler
Arı dili, bal tasında çiçekler
Leylaklarda, zambaklarda, güllerde
Dosta gider demet demet ellerde
Sevgiliye şiir olur dillerde
Dudakların arasında çiçekler
Yanar aşkın çırasında çiçekler
Kimi belli eder aşkta yerini
Kimi kutlar yeni senelerini
Kimi siler çiçeklere terini
Ağlar ekmek parasında çiçekler
Güler sevgi töresinde çiçekler
NAZLI
Bunca zamandır hasret
Kaldığım yeter Nazlı
Kavuşmaya gayret et
Beterim beter Nazlı
Kader denilen yazı
Aşk yazar bazı bazı
Bülbül ederse nazı
Gülüne öter Nazlı
Aşk.. kokusuz kokudur
Yaysız yürek okudur
Denizleri kurutur
Dağları yırtar Nazlı
Seni nerede gizler
Bağlanıp kaldığın yer
Selâm gönder haber ver
Meraktan kurtar Nazlı
Can suyumsun bir içim
İçemezsem bir hiçim
Bu dünyada senin kim
Yerini tutar Nazlı
BİLİR MİSİN AŞK NASILDIR
Yâr sen beni, yâr gözünle
Görmüyorsan bu aşk değil
Ta yürekten, can özünle
Sarmıyorsan bu aşk değil
Yağmurlu bir Yaz akşamı
Etmiyorsan aşk kelâmı
Poz yerine Hakk selâmı
Vermiyorsan bu aşk değil
Sevdiğimi bile bile
Düşüyorsan dilden dile
Gel gir! dediğim menzile
Girmiyorsan bu aşk değil
Ya sevdam oy bana yakıl
Ya elim ol benden çekil
Hiç olmazsa biraz akıl
Yormuyorsan bu aşk değil
BUNU SAYMA
Hep hayâl, hep hayâl gördüm
Kendimi dağlara vurdum
Bir garipce gezdim durdum
Başımda duman tüttüğü
Gün ben sana sevdalandım
Bahtıma küfür savurdum
Yine ben oldum üzülen
Ey can.. ey gözleri gülen
Bülbülün güle öttüğü
Gün ben sana sevdalandım
Gönlümü yaktım kavurdum
İster görme ister duyma
Bunu bir sevdadan sayma
Sende sevdanın bittiği
Gün ben sana sevdalandım
YALAN ZAMANLAR
Bindiğim dalları kesti kaderim
Hayat boşluğuna düşürdü beni
Acı bir rüzgârca esti kaderim
Külsüz ocaklarda pişirdi beni
Her anını yalan zamanlar sayıp
Senelerim kayıp, günlerim kayıp
Sevse idi bir kenara koymayıp
Kader kucağında taşırdı beni
Doğuşumdan beri naz mı istedim
Yoksa hep Bahar mı Yaz mı istedim
Her günüme söz mü, saz mı istedim
Ben kaderi, kader şaşırdı beni
VAH TU.. DESEM
Çıktım aşkın tahtına
Kızgın bir Güneş vardı
Yaktı desem, yalandır
Ne ellerim morardı
Ne gözlerim karardı
Dedim; haydi bahtıma
Busekâr bir eş vardı
Baktı desem, yalandır
Yalnız dilini verdi
Ne baldı ne şekerdi
Gönülün üç katında
Aşka susamış vardı
Yoktu desem, yalandır
Gururuna esirdi
Yok kapısından girdi
Çalı saltanatında
Yaramaz bir kuş vardı
Toktu desem, yalandır
Ne aş, ekmekte gözü
Hasret çekmekte özü
Kendi Arap atında
Yolda yorulmuş vardı
Vah tu.. desem, yalandır
Üzülmek meseleydi
Bu aşk garip bir şeydi
SUÇ BENDE
Gün be gün aylar ile mevsimlere kahreden
Elde gün, bende hüzün sene bendedir, bende
Gözün kaşa küstüğü somurtkan bir çehreden
Usanan dili ölü çene bendedir, bende
Yaslandığım dağların niyeti yıkılmakmış
Kokladığım güllerin niyeti dökülmekmiş
Bülbüllerin ağlamak, baykuşların gülmekmiş
Yumruklanan, ezilen sine bendedir, bende
Bende yürüyen beni anlamadı hiç kimse
Dosta açık gönlümden çektim her ne çektimse
Eğrilere bin kere doğru dürüst baktımsa
Kabahat elde değil yine bendedir, bende
GÜN OLUR
Bir hatıra albümüne koysan da
Gün olur resimler değişir gülüm
Bedenden bedene boşanan canda
Gün olur mevsimler değişir gülüm
Kimin var ki yaşamaya senedi
Gün olur da kopar ömür kenedi
Paşası da garibi de denedi
Gün olur cisimler değişir gülüm
Sevdalar doldurur yahşi gönülü
Papatyalar öper nazik sümbülü
Zamanlar soldurur laleyi, gülü
Gün olur isimler değişir gülüm
Kâh bir güneş batar şafak sökerken
Kâh bir aşka giden yolda çok erken
Değişmeye hiç ihtiyaç yok derken
Gün olur da kimler değişir gülüm
HALÂ SEN YOKSUN
Kader deyip ayrılığa düşürdün
Aylar yıllar geçti, sen yoksun halâ
İçimdeki sonsuz çığa düşürdün
Yaşamak mı suçtu? Sen yoksun halâ..
Küs barıştı, kindar caydı sözünden
Mevsimler bahara döndü güzünden
Gökteki bulutlar yerin özünden
Can suyunu içti, sen yoksun halâ..
Düşmanlar vazgeçti eski dâvâdan
Canlar nasiplendi sudan havadan
Her bebek büyüdü her kuş yuvadan
Kanatlanıp uçtu, sen yoksun halâ..
Ses vermesen de bakışın yeterdi
Bu muhabbet aşk dilince artardı
Sebebin ne idi, nerde ne vardı
Yâr demek mi suçtu? Sen yoksun halâ..
İYİ Mİ GÜLÜM
Şeyda bülbül gibi can kafesimde
Ötüp seni sevdim iyi mi gülüm
Bir ölüm zorluğu her nefesimde
Tutup seni sevdim iyi mi gülüm
Kâh sessiz yatakta kâh yâr sesinde
Yatıp seni sevdim iyi mi gülüm
Ne hainler vardı aşk bölgesinde
Satıp seni sevdim iyi mi gülüm
Hasretin sevdanın da ötesinde
Yetip beni sevdim iyi mi gülüm
Hudutsuz gönlüme her kıt’asında
Katıp seni sevdim iyi mi gülüm
SANKİ BEN ÇEKMEDİM Mİ
Bir gün çıkagelir diye boş yere
Sen baktın da ben bakmadım mı sanki
Yüreğindeki ateşi bin kere
Sen yaktın da ben yakmadım mı sanki
Unutturdun bir daha gülmesini
Özledim beni çağıran sesin
Düşlerine aşk kelepçesini
Sen taktın da ben takmadım mı sanki
Kaybettim sevdamın öz cevherini
Bulsam da sevemem bir benzerini
Aşk gömleği giyip azab terini
Sen döktün de ben dökmedim mi sanki
Çık gel neredeysen bitsin bu eza
Ne gerek var bir kaprise bir naza
Yetmedi mi verdiğin bunca eza
Sen çektin de ben çekmedim mi sanki
SEN UNUTMA BEN UNUTMAM
İlk mektupta yazdığın ilk sözünü
Sen unutma ben unutmam cananım
Hoşlandığın ifademin özünü
Sen unutma ben unutmam cananım
Günün doğunca güneşin batınca
Hasret ile kalbin küt küt atınca
Bitkin düşüp bir uykuya yatınca
Sen unutma ben unutmam cananım
Hatırımda tuttum o günden beri
Hep göz göze geldiğimiz ilk yeri
Baş başa geçen o güzel günleri
Sen unutma ben unutmam cananım
Gün gelip bu sevdan buz tutsa bile
Zaman aşk gülünü kurutsa bile
Herkes sevdiğini unutsa bile
Sen unutma ben unutmam cananım
İki gönül ayrı ayrı kaldımı
Dal büyüyüp çiçek açıp soldumu
İkimizden biri erken öldümü
Sen unutma ben unutmam cananım
YETER Kİ SEN GEL
Düşümden düşünceme
Engelsin engel canım
Sana gelemem deme
Ansızın döngel canım
Neş’e yüklü baharda
Yüreğine aşk sadra
Çiçeklerin dallarda
Açtığı an gel canım
Hatıraları bırak
Dünü unut güne bak
Zor değil mutlu olmak
Yeter ki sen gel canım
Hasretin niyeti ne
Bundan daha kötü ne
Haydi sevda atına
Bu sabah bin gel canım
NİYET FASLI
-Torunlarım Serhat ile Merve’ye
Ey muttalip niyet uyuyor musun
Selâmcı bacının niyeti başka
Gurbetliktir diye dost kapısını
Kapayan hancının niyeti başka
Her acının tatlı bir yanı vardır
Sebebsiz acının niyeti başka
Yerde yer bulmayıp göğe uzanan
Gökteki sancının niyeti başka
Bir yüzü dost bir yüzü kara kurşun
Riyakâr avcının niyeti başka
Eski yalan sahibini kandırır
Taze yalancının niyeti başka
Aşk faslında kalbler hüzünlenirken
Gülen kemancının niyeti başka
OHH OLSUN
Leylâ Leylâ diyen Mecnun misali
Yanıyorsun çöldesin ya.. ohh olsun
Demir çarık giyen Mecnun misali
Perişan bir hâldesin ya.. ohh olsun
Gönül var ki sevda pınarı olur
Gönül var ki can özünden can alır
Yâr bilmeze gülüm elden ne gelir
Tufandasın, seldesin ya.. ohh olsun
Gün olur kendi kendimi göremem
Gün olur aklımı başa veremem
Ahh! Şu kinim var ya, olmasa demem;
“Ateştesin küldesin ya.. ohh olsun!”
Bir acı ki Cennet hurması tadı
Bir hüzün ki neş’e yazılmış adı
Bir inat ki gam-kedere doymadı
Her yılanca dildesin ya.. ohh olsun
SUSMAK CEVABIM OLSUN
-Mehmet Aycı’ya
Gönül yatağına bir ömür mahkûm
Hasta yüreğimin umudu sen ol
Sebebler tükendi.. velâkin halâ
Yasta yüreğimin umudu sen ol
Kalbten kalbe giden yolda umutsuz
Dosta yüreğimin umudu sen ol
Bir avare kimliğiyle arada
Posta yüreğimin umudu sen ol
Yâd mekânda yâd gönüle isyankâr
Seste yüreğimin umudu sen ol
Madem vefasıza küs kararın var
Küs de yüreğimin umudu sen ol
Baş eğip susmaktır en güzel cevab
Sus da yüreğimin umudu sen ol
ELDE ARAMA SENDEYİM
Gurbetten sılaya çağlar akarım
Bir damlaya beni ırmak istersen
Ben aşka yürek gözümle bakarım
Gönlüme gel, beni görmek istersen
Verdiğim aşk sözümde hep durmuşum
Omuzuma can yükümü vurmuşum
Yüreğinde mekânımı kurmuşum
Adres orda beni sormak istersen
Sen avcıysan ben kekliğin olayım
Kanadımı kırıp yerde kalayım
Menzilinden bir gidip bir geleyim
Al nişanı beni vurmak istersen
Sonu gelmez bir aşk izi sürünce
Vara vara çıkmazlara varınca
İçini bir umutsuzluk sarınca
İçine bak beni bulmak istersen
Can hâli bu yaşanırsa ölünür
Bir gün ağlanırsa bir gün gülünür
Ben gitsem de gönlüm sende barınır
Yâdellere beni vermek istersen
KEZBAN
Düşüp peşimize ıssız bir dağda
Ha seni vurmuşlar ha beni Kezban
Ak kefene yaşanılacak çağda
Ha seni sarmışlar ha beni Kezban
Ömrünce tad alır arı çiçekten
Bülbül haz mı duyar kuru çiçekten
Sümbülden laleden sarı çiçekten
Ha seni sormuşlar ha beni Kezban
Gönül yansa can kafese sığar mı
Can kurusa cana rahmet yağar mı
Ayrılık son gurbet ötesi var mı
Ha seni sürmüşler ha beni Kezban
ANLARSIN
Gurur ikimizden de öç
Alınca anlarsın beni
Şu ayrılık ölümden güç
Gelince anlarsın beni
Ya aklından çıkar gitsin
Ya muhabbetle sar gitsin
Her uykunu bir ah sesim
Bölünce anlarsın beni
Çektin, bana da çektirdin
Boşa gözyaşı döktürdün
Ecel kapımızı bir gün
Çalınca anlarsın beni
Yakmaz sanma yakar taşı
Hem kuruyu hem de yaşı
Bedenini aşk ateşi
Sarınca anlarsın beni
Leyla isen Mecnun’a gel
Aslı isen Kerem’de kal
Son ocağa bindiğin sal
Varınca anlarsın beni
BİR SEN ANLAYAMADIN
Seviyorum demek zorun da zoru
El anladı bir sen anlayamadın
Bu sevdayı yakan alevi koru
Kül anladı bir sen anlayamadın
Can bacamda issiz duman tütünce
Bak gör, nasıl yandığımı, bütünce
Aşkımı Acemce, Hindce, Latince
Dil anladı bir sen anlayamadın
Sözün sözdü bu sözünden caydın mı
Caydığını ele güne yaydın mı
Kapına kaç kere geldim saydın mı
Yol anladı bir sen anlayamadın
Göz anladı sevgisiz baktığını
Su anladı susuz bıraktığını
Kum tanesi sinemi yaktığını
Çöl anladı bir sen anlayamadın
SORDUM ASLI ÇİNGENE
Nilüferden nilüfer
Yahşi bir esmer dilber
Gezer Sincan içinde
Evi barkı ekmeği
İşi fincan içinde
“Fal bakarım, fal” diye
İşmar etti, “kal” diye
Gözlerini devirdi
Fincanı ters çevirdi
Baktım, amcam içinde
Tuttu parmak ucumdan
Kâr etti avucumdan
Neler neler anlattı
On, on beş gemi sattı
Bir damacan içinde
Baldan tatlı sohbeti
Aşkı sara nöbeti
Sanki yalancı çiçek
Namahrem sevilecek
Can açsa can içinde
Sordum aslı çingene
Çin’den öte bin çene
Kıt’a kıt’a cilve naz
Aşk! Diyorsan aldırmaz
Türlü devran içinde
AŞKIN DA ZAMANI VAR
Zamanı gelmeyince
Aşk yanmaz ateş gibi
Yaksın desek de yakmaz
Dil-dudak kilitlenir
Sevda taşıyan nehir
Aksın desek de akmaz
Göz göze gelsek de ahh
Her bakış taş kesilir
Baksın desek de bakmaz
Gecenin yorgun ruhu
Şafak vakti asılır
Şafak kas kas kasılır
Gündüzün nuru söner
Sevenler köre döner
Ne ses ne soluk çıkmaz
Cilve-naz çirkinleşir
Uykular derinleşir
Kalksın desek de kalkmaz
Aşkın da zamanı var
Şimşek olup bu bahar
Çaksın desek de çakmaz
SELÂMIN ÖZLENİR
Bir gurbet ki gelip cana dayandı
Yüreğimin bütününde hasret var
Geç gündüzü.. gecelerim uyandı
Sigaramın tütününde hasret var
Haberin gelmezse yolun gözlenir
Her mektupta son selâmın özlenir
Sende sabır bende gurbet sızlanır
Bu sevdanın yetiminde hasret var
Ya geliver ya ben geleyim sana
Sen gelmezsen gurbet gelmez imana
Sen vermezsen bu sevdaya bir manâ
Yine, her gün batımında hasret var
GÜLÜM
Sevenin yüzünde neş’e
Sevilince olur gülüm
Meyillenme üçe beşe
Gel on ikiden vur gülüm
Yazı var kışı var aşkın
Dolusu boşu var aşkın
Sende ne işi var aşkın
Bende hayat bulur gülüm
Ferhatca dağları delsen
Mecnunca çöllerden gelsen
Keremce ateşte külsen
Söz yerine gelir gülüm
AKİBETİ YAŞLANDIK
Öyle bir arzu vardı ki gönül menzilinde
Dünya tapulu malım, dağı taşı benimdi
Sultan Süleymanların beş yüz yaşı benimdi
Öyle bir arzu vardı ki gönül menzilinde
Rüzgârlar ardım sıra şimşeklerin önünde
On bin fersahlık yolu katederdim bir günde
Öyle bir arzu vardı ki gönül menzilinde
Yaprakta çiçek nasıl ise ben de öyleydim
Her şeyin zamanı var neyi nasıl göreyim
Yok eski yaşantımın mükemmelliği bende
Kendimi her arzudan mahrum görür gibiyim
İki kere tökezler oldum artık bir günde
Ömrümün gülzarında çölde yürür gibiyim
Toprağa düşmüş gibi erken çürür gibiyim..
GÖNÜL YANGINI
Bir gönül yangınına
Düştüğüm kırkıncı yıl
Bir hayâlin aslına
Koştuğum kırkıncı yıl
Bu kadar sürmez hayâl
Gerçeği vermez hayâl
Gönül sofrasında fal
Açtığım kırkıncı yıl
Baharıma kar düştü
Aklıma o yâr düştü
Yüreğime har düştü
Şaştığım kırkıncı yıl
Sevdalandım bir kere
Candan can vere vere
Sen nerdeysen o yere
Göçtüğüm kırkıncı yıl
GİT GİTME
Suskunluğun bir zulüm
Ya içini dök de git
Her gece bende gülüm
Ya şafak ol sök de git
İlk bakış son satırla
Mazimizi hatırla
Ya el ver oyalama
Ya elini çek de git
Duruşun buzdan bir dağ
Yağmurum ol cana yağ
Ya yaşansın mutlu çağ
Ya dünyamı yık da git
Düzensizim düzensiz
Gülüm olmuyor sensiz
Ya bensiz olma, bensiz
Ya dünyamı yık da git
YEMİNLİYİM
Unutma ki yeminim var
Sevmesen de seveceğim
Ölene kadar bana yâr
Demesen de seveceğim
İstersen hatırımdan çık
Seni anacağım sık sık
Mektuplarıma karşılık
Vermesen de seveceğim
Acılar bölüm bölüm de
Arama beni ölümde
Sana sevdalı gönlümde
Durmasan da seveceğim
Mazimi kökten kurutup
Firar etsen kutup kutup
Ömür boyunca unutup
Sormasan da seveceği
AŞK BU
İki gönül hayat bulur
Bir gönüle sarıldınmı
Kalbler kederle yoğrulur
Sevgiline darıldınmı
Seni cezp eder gülüşü
Nazlı nazlı yürüyüşü
Gündüz hayâl gece düşü
Göre göre yoruldunmu
Gülüm, ızdırab çekerek
Gözyaşına var mı gerek
Aşk iklimindeyken yürek
Ölüp ölüp dirildinmi
Hüzün.. sevgiyle aşılır
Aşk.. ikiyle paylaşılır
Kadir kıymet anlaşılır
Hatırlanıp soruldunmu
Aşk bu.. gözgöze ilk bakış
Alev alev içten yakış
Tecellidir boyun büküş
Bir güzele vuruldunmu
BULURSAN BUL
Bir canım var kurban sana
Alırsan al senin olsun
Dikenini gönder bana
Koklanan gül senin olsun
Benim derdim sana neş’e
Bakma gözümdeki yaşa
Yüreğimi baştan başa
Bölersen böl senin olsun
Çalıp gittin benden beni
Keşke sevmeseydim seni
Benim gibi bir seveni
Bulursan bul senin olsun
Mazidir artık bu geçmiş
İnat etmişim dişe diş
Başına bir bir türlü iş
Al mutlu ol senin olsun
Gelmem ister yoluma bak
İster ağla yalvararak
Mutluluğa çıkmaz sokak
Yorulan yol senin olsun
ÖLMEDEN ÖNCE
İnsan.. akıbeti anlar
Hatırlar ölmeden önce
Son döşeğe bütün canlar
Yatırlar ölmeden önce
Dert kurşunu bağrı deler
Baştan sona canı eler
Düğümlenir kelimeler
Satırlar ölmeden önce
Fayda etmez poz, cilve, naz
Aş kül olur sular akmaz
İnadı elden bırakmaz
Katırlar ölmeden önce
Ecelin esince yeli
Candan kopmadan can teli
Çağırır oğul Veysel’i
Şatırlar ölmeden önce
GÜLŞEN
Sorduğum her nesne cevab vermiyor
Şimdi nerdesin sen, nerdesin Gülşen
İki gözüm bir cihanı görmüyor
Neye baksam ona perdesin Gülşen
Canda ateşimsin tende ayazım
Mecnun’da çölümsün Kerem’de sazım
Dağları deldiren yürekte sızım
Ferhat’ın yandığı yerdesin Gülşen
Sakladığım resimlerde dilimsin
Çıkmaz sokağımsın bitmez yolumsun
Koşa koşa yorulduğum hâlimsin
Yüze akıttığım terdesin Gülşen
Düşüncemdeki sen düşümdeki sen
Dünyada en ağır işimdeki sen
Bir gölge misali peşimdeki sen
Nereye gittiysem ordasın Gülşen
SIR
Aylar yıllar unutturacak derken
Hem gündüzüm hem gecemde sen varsın
Sorular cevabı bulacak derken
Çözülmeyen bilmecemde sen varsın
Hatıralarda gerçeksin canda sır
Ömrümü hapsettiğim mekânda sır
Yıl hesaba gelmez, günüm bir asır
Bir kelime üç hecemde sen varsın
ZAMAN HESABI
Beş bugün, on yarın, on beş öbür gün
Birleşir ay olur yıllar aşkına
Eli kelepçeli yol tepen sürgün
Keşke Mecnun olsa çöller aşkına
Tarasa aşkını çağlardan önce
Büyüse sevgiye dağlardan önce
Üşüse sevgiden karlardan önce
Sel olup çağlasa dilber aşkına
Karanfiller tutuşturup eline
Dolasa birkaç kelime diline
Bir Seher vaktinde Seher yeline
Sevdasını salsa güller aşkına
Sevda ne başta ne hedefte belli
Sevda işlendiği gergefte belli
Döşü kırık sermayesi üç telli
Saz ağlasa çalan teller aşkına
KADINIMA
-Makbule’me!-
İnan ki kadınım sen de olmasan
Bu dünyanın tadı kalmaz yaşanmaz
Kapımızı kimse çalmaz yaşanmaz
Her gün her gece bu tende olmasan
Can dünyası nefes almaz yaşanmaz
İnan ki kadınım hevesim sensin
Muhabbette sırdaş sevdada hayat
Yoksullukta bile sonsuz saltanat
Güzün yok kışın yok bahar dört mevsim
Uçuşan gönlüme kanatsın kanat
CEVAB VER
Ben bir boru bordum sen gel cevab ver
Kimde biter canım biterse hasret
Güneşin bir mızrak boyu indiği
Günde biter canım biterse hasret
Bakarız ki yarın olmazsa bugün
Dün de biter canım biterse hasret
Bülbülün yandığı gülün renginde
Tende biter canım biterse hasret
Sanma ki hasretin oymağı benim
Sende biter canım biterse hasret
Hem bir ömür boyu sürebilir de
Hem de biter canım biterse hasret
Sevene muradın hâsıl olduğu
Demde biter canım biterse hasret
CANA CAN ANAM
-Serdar’ımdan Durdu Anama
Gözyaşı nasihat yoldur gülüşü
Her evşen çiçekte bir diken anam
Zamana mekâna hâldir gülüşü
Çetin hesaplara çekilen anam
Geceleri sırdır gündüzü malûm
Yüreği Sina’da yanmaya bir kum
Tohumdan bir önce toprağa tohum
Yaprağa çiçekce ekilen anam
Bol nimeti bitmez yaz-kış ayında
Kula ibret cana can var huyunda
Kara sevdalara cihan boyunda
Yangını içinde yakılan anam
Can istesen canı verir özünden
Bülbüller naz isten güle nazından
Türk, A zeri, Acem/Arap kızından
Fahrünnisa olup dökülen anam
YA SONRASI NE
Otuz yıldır içindeyim sürekli
Köy bizim köy amma ya sonrası ne
Kılıç kuşanan at binen yürekli
Bey bizim bey amma ya sonrası ne
Can Yunus’tan, Mevlâna’dan okuyan
Tahsil gergefinden ilim dokuyan
Meydan meydan nutuk atıp şakıyan
Bey bizim bey amma ya sonrası ne
Cahil başlar siyaseti kavradı
Baba diyen icazeti kavradı
Hukuk kitabında geçmiyor adı
Şey bizim şey amma ya sonrası ne
Alan elde değil suç veren elde
Mazlum halkın cebine giren elde
Binbir nağme ile inleyen telde
Ney bizim ney amma ya sonrası ne
Aklın yolu birdi üç oldu birden
Bir ikiye girdi üç oldu birden
Doğruluk dürüstlük terennüm eden
Rey bizim rey amma ya sonrası ne
KİRLİ KUNDAK
Ana kucağından bir çığlık attı
Serpildi Gülendam sokağa düştü
Gönülden vurgunu genci yalvarttı
Bir akrep düğmeli salağa düştü
Gülendam gül kadar güzel bir kızdı
Nöbetçisi yoktu pervasız gezdi
Bir gece akrebin kolunda sızdı
Nişansız düğünsüz yatağa düştü
Uyandı baktı ki gitmiş akrebi
Gelmiş yerine bir namus mikrobu
Kirini yıkamaz bir okyanus su
Yıldız lâkabıyla batağa düştü
Evi vardı hiç kapanmaz kapılı
Canı vardı eloğluna tapulu
Dostunun esiri Gülendam kulu
Bir sevgi çağında dayağa düştü
Koskoca dünyası hücrelik bir ev
Patronu zebani Gardiyanı dev
Adı fahişelik etiketi sev
O Gülendam böyle bir ağa düştü
Her gece koynuna yad erkek girdi
Her gelen her giden bir tokat vardı
Neresi yuvası nerede yurdu
Nereye gittiyse ayağa düştü
Meçhulden bir anne oldu sonunda
Bir yaprak büyüttü kendi kanında
En gururlu ve en mutlu anında
İkinci zinalık Yaprağ’a düştü
O Yaprak da annesiydi Kader’in
Yaprak Yaprak ölmesiydi Kader’in
Yıldız Yıldız sönmesiydi Kader’in
Nesil boyu kirli kundağa düştü
KIRK NAZLIMA
On bir ay yüreği paslıydı ama
Son bir ay mübarek girdi hamama
Yine de bir damla hak teri akmaz
Hayatı ömürlük geviştir sandı
Yalanı sahici bir iştir sandı
Rezilden rezil de hâline bakmaz
İnsanlıktan çıkmış bir heybeti var
Yırtılmış eteği dağılmış kenar
Kırk terzi uğraşsa kırk yılda dikmez
Bilmez ki al dese alınmaz postu
Zararda kibiri öfkede dostu
Bir fors ki, el neyse kendine sökmez
Diktiği başında boynu yok gibi
Yediği içtiği ona çok gibi
Bir kazık misali secdeye çökmez
Şekilden şekile girişi para
Eşinden dostundan kirişi para
Bir garib görünce boynunu bükmez
Allah’ın bir kulu aslı ibrettir
Kof kemik, ham deri, bir yığın ettir
Yer kulun hakkını yedikçe bıkmaz
Komşusu aç iken tok yatan sefil
Şefaat gününde kim olur kefil
Kendine gel desem gelmez ayıkmaz
Bana ne diyemem mazlumlar için
İnsanlık adına bu hâl ne, niçin
Elbet ecel günü biter bu kırk naz
İŞLER KARIŞIK
Halkım diyenler bu halktan
Ne tez bıkar, bu nasıl iş
Yeri gelir, otur-kalktan
Hatır yıkar bu nasıl iş
Siyasetçi düşer gözden
Söz verip de cayar sözden
Bir parlar ki ateş özden
Seni yakar bu nasıl iş
Baş olanın niyeti ne
Sarılır zam illetine
Bunalttığı milletine
Mel mel bakar bu nasıl iş
Kimi edib; keyfi yazar
Kimi ressam; süsü çizer
Memur; kuyruk ol, der ezer
Teker teker bu nasıl iş
Halk adamı; sürgün yaşar
Sanmayın ki bir gün yaşar
Yarı ömür aklı şaşar
Boyun büker bu nasıl iş
Her türlü belâ yakanda
Satanistin gözü kanda
Mahkûm; mahkûma zindanda
Kurşun sıkar bu nasıl iş
Diyordum; senin kölenim
İlmim irfanımsın benim
El öptüğüm öğretmenim
Hırsız çıkar bu nasıl iş
Elbette var bir var eden
Haberi yok son çareden
Aşka dünyayı dar eden
Kul; zinakâr bu nasıl iş
BEN NİDEM
Adamın birisinden
Çok çekti millet nidem
Ayvanın irisinden
Kurt çıktı millet nidem
Başka zam olmaz dedi
Zama zamı ekledi
Ecelime ivedi
Kart çıktı millet nidem
Gücün yetiyorsa tep
Defolup gitsin sebeb
Huzur paketinden hep
Dert çıktı millet nidem
Yattım akşam refaha
Borçlu kalktım sabaha
Bir kadın benden daha
Mert çıktı millet nidem
Bey! dedim susturdular
Hey! dedim gem vurdular
Yürekleri taş kadar
Sert çıktı millet nidem
Bıraktım sağı solu
Doğrusu Hakk’ın yolu
Kabrimde Anadolu
Yurt çıktı millet nidem
BEN YAŞARSAM YAŞIYORSUN
Anam mısın babam mısın bilmem ki
Kucaklayıp taşıyorsun can doktor
Sen bendeki adam mısın bilmem ki
Ben yaşarsam yaşıyorsun can doktor
Ben yanarsam yanıyorsun ciğerden
Alev alev geriliyor kor perden
Geçiyorsun anadan yârdan serden
Ben titrersem üşüyorsun can doktor
Çile çekiyorsun görünce beni
Amansız acılar sarınca beni
Dört yanımdan ateş örünce beni
Sen ben olup pişiyorsun can doktor
Hastaya şifasın ölüye sabır
Derde tahammülsün deliye sabır
Sözlerin teselli yüreğin tambur
Neşterinle coşuyorsun can doktor
Sen ki ilimdeki İbn-i Sina’sın
Lokman hekimdeki ruhta manâsın
Bir can yolu yok ki sana varmasın
Sen de ona koşuyorsun can doktor
Süleyman atası Davut olsa da
Haşâ Allah’ım diyen put olsa da
Hakk’ı inkâr eden Nemrud olsa da
Canına can döşüyorsun can doktor
BABAYA MEKTUP
-Sn. Süleyman Demirel’e
Yollar yürümekle aşınmaz deme
Baba! Yollar yürümekle aşınır
Moskof gitti, Sırp dayandı enseme
Baba! Rum kaşınır, Yunan kaşınır
Sanki Salib’in can ciğer paresi
Dinimi kemiren Darwin faresi
Arafat neresi, Kâbe neresi
Baba! Bizimkiler(!) halâ düşünür
Hafife almasak bu mühim işi
Bir yol değil bu, milletin geçmişi
Sütü Pişkin semada gezen dişi
Baba! Döner döner bana eşinir
Memur memura karşı el kaldırır
Fırsatçı dine imana saldırır
Evlâdını iki kurşun öldürür
Baba! Tabut dört kişiyle taşınır
Kimi başörtüye takar kafayı
Kimi kader diye çeker kafayı
Kimi odun gibi yakar kafayı
Baba! böyle ateşlerde üşünür
Hani kardeş idik siz biz olur mu
Yanan canın dili sessiz olur mu
Koca ülke Besmele’siz olur mu
Baba! her hayırlı işin başı nur
Anlayana sivrisinek saz gelir
Dilimizden kurşunca bir söz gelir
Bir Berkard’a bin Pişkin Süt vız gelir
Baba! bu yurdun toprağı taşı nur
İki Yürek kitabı
BİR DEVRİN HİKAYESİ
-O zamanlar bizimdi
kimin zamanlar şimdi?-
Yavan ekmek zahmeti, kuru soğan acısı
Hikâyemin nefesi, muhayyilemin sesi
Geçmişi özlüyorum doğsun yokluk sancısı
Düş üstümden bana ver, beni zaman örtüsü
Ne mümkün, o çocukluk çağlarım geri gelmez
Salıncak kurduğumuz Söğüt ağacı var da
Çivril’de Bayram’lar yok, Kızıldağ’da Hıdrellez
Halbuki her şey başka, başkaydı o çağlarda
Karasabanla sürüp avuçla ektiğimiz
Onca mahsulü yalnız dövenle harmanlardık
En müthiş cefalardan farksızdı çektiğimiz
Saadeti beklerken hep hüsrana uğrardık
Bazen de kış bastırır kar kapıya dayanır
Sonunu getirmeden işler yarım kalırdı
Uyuyan bahtımızın tüm cefası uyanır
O bir iki lokmayı elimizden alırdı
Yağmur yağsa akardı topraktan damlarımız
Islatmadık ne yatak ne yorgan bırakırdı
Sükûnet içindeydi yarım akşamlarımız
Olmazdı sükûneti bozacak tek lâkırdı
Erkenden uyanırdık babamın çığ sesiyle
Bağ, bahçe, tarla, orman ayrı, ayrı birer iş
Bir oyun içindeydik yaşamak cilvesiyle
Cilvelere mahkûmduk faydasızdı direniş
Anam sırtına vurup yakılacak odunu
Gün boyu sürüp giden bir yolculuk yapardı
Çalılara sürterek baldırını budunu
Bilmezdi ki her derdi böyle, böyle apardı
Doktorun ilâcıdır diye şiş ayaklardan
Hiç eksik olmazdı ki kan emici sülükler
Hançerlenmişcesine fışkırırdı kan, hep kan
Kahrolası sülükler kan yer içer, kan emer
Serenli kuyuların suyu soğuktu ama
Sabun diye taşırdık toprağın killisini
Yıkanmaktaki gaye vücudu oyalama
Kim arar kim sorardı temizini pisini
Bir Salih Emmi vardı dev, cin, peri hastası
N masal anlatırdı kendi yaşamış gibi
Korkuyu heyecanı hortlatan kafatası
Devi öldürür bizi Cennet’te yaşatırdı
Yedi başlı külhana binerdik o yâr için
Yedi dağdan aşarak varırdık Kaf Dağı’na
Yedi yerin dibine inerdik o yâr için
Kin kusardık et yiyen devlerin yatağına
İşte bütün meşakkat bundan sonra biterdi
Altından sarayların padişahı olurduk
Melekler sinileri önümüze iterdi
Yalnız Cennet hurması ile doyurulurduk
Şimdi.. bir viranedir ruhu devli evlerim
Şimdi.. her bacasından nâr-ı duman tütmekte
Arzu ettiğim tek şey geri gelsin devlerim
Beni o zamanların yokluğu ürkütmekte
Yazık ki hiçbir yerde o eski havalar yok
ÇELTEK topal, SİNCAN kör, EMİRLER sönen şamdan
Mutluluk masalları o eski havalar yok
Kurtulmak mucizedir o hayâli evhamdan
BEN YUNUS’A NE OLA Kİ
Aha şuracığım hayli zamandır
Ocaklardan ocak, tandırdan tandır
Kavurduğum küller ne ola ki ne..
Bu can başkan, bu aşk başka biçimde
Haşır neşir harman, harman içimde
Savurduğum küller ne ola ki ne..
Esrar, esrar yediveren gülleri
Yunus diye açar gönlümdür yeri
Nice başka güller ne ola ki ne..
O’ bir kelime mi, o bir satır mı
O’nu özden kopuk dil anlatır mı
O’.! O’.! Dilen diller ne ola ki ne..
Ahu şuracığım sanki asırdır
Bir gün Rumeli’dir, bir gün Mısır’dır
Ben mecnuna çöller ne ola ki ne..
O’ maşuk cümlesi Allah’a perçin
Bense niyazdayım, bir dua için
Kaldırdığım eller ne ola ki ne..
VUR EY İKİ YÜREK
Var, diyorsun, amma dur
Kaldı mı bir bakalım
Güneş’te kor Ay’da nur
Kaldı mı bir bakalım
Erkek midir bak şimdi
Korkaktan korkak şimdi
Fazıl, Ahmet, Alp, Uğur
Kaldı mı bir bakalım
Can dediğin kadının
Yâr bildiğin kadının
Sevdası yaman olur
Kaldı mı bir bakalım
Eyvah.! Eyvah.! Aldandık
Günahta günah, yandık
Doğruluk Hakk yoludur
Kaldı mı bir bakalım
Mertlik yıkılmaz kale
Ey.! düşen hâlden hâle
Sende ideal, şuur
Kaldı mı bir bakalım
Bayram, düğün, toy, töre
Kalkmaz göz göre, göre
Vur ey.! İki yürek vur
Gör, ne eskir bakalım
ANLAYAMADIK
Neylersin.. sükût bol, isyan nerede
Diller dil değildir, diller bozulmuş
Nesline hükümdar insan nerede
Kullar kul değildir, kullar bozulmuş
Yalanlar baş tacı, oyunlar büyük
Her cüsse bedene bir riyakâr yük
Adımlar tersine başlar üşütük
Yollar yol değildir, yollar bozulmuş
Al yeşil dudaklar naza çekeli
Neylersin.. sevdalar kara lekeli
Tohumlar toprağa lânet ekeli
Güller gül değildir, güller bozulmuş
BANA ADI YADDIR
Sevmem kirli kalem tutan elleri
Gerçeğe düşkünüm ezelden beri
Bana ak ellerle dokunun bana
Ne bu hava, ne bu su, ne bu ekmek
Doyurur beni, bendeki tek gerçek
Bana gerçek gözle bakının bana
Hep doğru çizgidir arzum, emelim
Ne sırtı kamburum, ne başı kelim
Bana adam gibi sokulun bana
Karşıma dikilen yularsız başlar
Her yöne çekilen yularsız başlar
Bana kör oyunu akılın bana
Göründüğüm gibi olamadım ben
Kendimi kendimde bulamadım ben
Bana yükü ağır şekilin bana
Baktım ki ömrüme esas cismime
Batılda rastladım kendi ismime
Bana adı yaddır Bekir’in bana
KARA DÜŞEN LEŞLER
Hangi kan yerde kaldı? Hangi hak bırakıldı?
Taranmadık ne dağ-taş, ne sokak bırakıldı
Hainin yaptığını misliyle yapmak için
Can veren annesine
İçine sine, sine
Ağlayan çocuk için.. Ve çiğnenen hak için
Neslimizdense niçin aslına düşman alçak
O mu, o kör şeytan mı kendinden utanacak
Her masumun derdiyle yanıp tutuşurken biz
O bir karayılan da
Zehiri taze kanda
Can yakacak, yine can.. Gidi imansız kansız
Destan harsa yazılır, destan bir sevda işi
O, haslet nedir bilmez.. O, lânetler geçmişi
O, öyle bir illettir, öyle bir illettir ki
Yedi başlı çıbandır
Mikrop yuvasındandır
Leşini balçıkla da kendisine yedir ki
Kara düştükçe ancak kendi leşini yesin
Ne ederse kefere kendi içine etsin
HELE KELEPÇELER SIKMASA
Bendim yetip artan bana
Zaman döktü beni bende
Kâh üst üste, kâh yan yana
Benden söktü beni bende
Adımı unutan dilim
Haykırdı: deli değilim
..Ve dört dörtlükken şekilim
Hissim yıktı beni bende
Belki bu zahmete bedel
Durdu ayak tutmadı el
Hasret, arzu, gaye, emel
Sevda yaktı beni bende
Yalnız hayâller rengarenk
Renksiz olan acı gerçek
Güvendiğim gönlümdü tek
Naza çekti beni bende
Dağıldıkça öteberim
Müşkülde haslet seferim
Sadakat kelepçelerim
Tekrar sıktı beni bende
Ne gören oldu ne duyan
Ne beni bende soluyan
Hakk’ın takdir ettiği can
Taşa ekti beni bende
SUSKUN İLÂN
Ben..garibler garibi, AHİ EVRAN meşrebim
Nerede orta sandık, al şedli ustam hani
Ey alın terindeki asaletim, şerefim
Çağrım, tam dört asırın suskun kalan ilânı
Ben.. Seyranbağları’nda bir huzur evindeyim
Kırk analı babalı, yüz kırk çocuklu ocak
Ben.. yoksullar yoksulu, bir bohçalık her şeyim
Onlar da dünyalığım, savrulsun köşe bucak
Burada ak sütümü kıskandığım insanlar
Her derdime katlanır metanetle, sabırla
Sen.. sabırsız tecellim, acelen ne bu kadar
Diyorsun ki; yolcusun, azığını hazırla!
Gündüzler bin pişmandır, geceler mahcup bende
Üstte yorgan.. Ve altta döşek fikir hazinem
Dost.. sen şu dört duvarı sevsen de sevmesen de
Bana dost bu duvarlar.. benim zikir hazinem
Hani nerede ömrü ebediyen sülâlem
Her birini ukbaya bir kemik-deri verdim
Nefis imtihanımın geçidiymiş bu âlem
Yedim-içtim de sonra hepsini geri verdim
Hasretimi haslete katık yapıp yaşayan
Bir garib ihtiyarım.. bir garib ihtiyarım
Ya rahle, ya secdede ömrüm bittiği zaman
Ya ilahel âlemin ancak bu sana kârım
Hayat diye son hızla akıp giden sellerde
Size kum tanesiyim, kim bilir kimin harcı
Boşu boşuna mülkü mülke kattığım yerde
Beş adımlık bir mezar yapacaksın mezarcı
GENÇLİĞİN DİKKATİNE
Gün vursa da gündüze aydınlık bu değildir
Güneş ilâhi ziya, Ay gecenin Hakk nuru
Tükenmişiz inancın ulviyetinde bir, bir
Yarab! Hangi suç için yükledin bu kamburu
Her adımı fazilet bir nesil istiyoruz
Her topuk darbesiyle sokakları titretsin
Ne sürünen bir gençlik, ne fosil istiyoruz
İmanının hışmından korkakları titretsin
Ateistin yağcısı, hınzır teke sakalı
Camii Şerif’lere ne aleni bakıyor
Kuyruğu boydan uzun, çakalların çakalı
Dini inkarcılıkta bülbül gibi şakıyor
Adı İslâm dilinde, ruhu cambaz telinde
Kendine leziz sofra kurmuş kendi leşini
Lut’un Kavmi’nde gördük, evvelin evvelinde
Bir kum tanesi kırdı her birinin başını
Gençlik kaç yol istersin? İkinci yol angarya
Yolun bir, İslâm yolu yolların en üstünü
Özdeki iman aşkı dildeki zikir var ya
Tazelendikçe sensin kulların en üstünü
BAŞKENT’İN SAKARYA’SI/1
Akrep insan kusuyor zehiri boğazından
Kader! Diyorsa yalan, ben anlarım gözünden
Kim uzaksa türkümden, aşığımın sazından
Odur diskotek süsü, odur bâtıl köprüsü
Odur ölüm örgüsü, aha.. örmek istersen
Tebessümü yalancı kim bilir kime tuzak
Dün sevdiklerimeydi, bugün kendime tuzak
Bu ihtirasa yetmem, yarın neslime tuzak
Çatal başlar, kırk diller.. metre boyu reziller
Çukur hacmi sefiller, aha.. görmek istersen
Huy bedene hükümdar, kendine çeker başı
Bu baş âlime baştır, bu baş besler ayyaşı
Ayyaş meze hastası, fazılın ayran aşı
İkincisi Bismillâh, ilki posaya tamah
Sofraya düşen günah, aha.. kurmak istersen
Bir cadde ki ruhsuzun ömrüne çağ damgası
Adı Sakarya amma, ölüye sağ damgası
Bâtıla bıyık altı, Batı’ya yağ damgası
Yol açık, belli yeri, içi dolu serseri
Şeytan yüklü defteri, aha.. dürmek istersen
Bulut rahmette bütün, insan midede farklı
Kör karanlıkta beyni, hasis nefsinde aklı
Emdiği süt yoz meme, yoz meme on ortaklı
Şurda ilâhi ses gür, şurda hâyasız küfür
Şurda damgalı mühür, aha.. vurmak istersen
KÂFİR BRE AVCI SEN
..Ve işte yüzüncü av, dili ballı hemşerim
Doğru bir kökte dokuz eğri dallı hemşerim
Bir harami sohbette kırk masallı hemşerim
Yalancılıkta mahir, anlat yalana dair
Senin gibi has kâfir Gavuristan’da yoktur
Peşi sıra gittiği cisme isyankâr gölge
Kumarhane, meyhane kurtardığı(!) baş bölge
Vizyon kürklü fahişe on frekanslı dalga
Açar Aslan pençesi, çalar aşk kemençesi
Zamane eğlencesi, baldır fistanda yoktur
Her sokağın başında av bekler orta malı
İğrenç eti ucuz da cilvesi çok pahalı
Ben Allah’tan korkarım; ar: şerefim olalı
O sebebten sen yersin, yersin, yersin şişersin
İbret âleme, dersin.. dilde destanda yoktur
Yokla kendi kendini kol-kafa yerinde mi
Şerefiyle başta mı, ahlâk seferinde mi
Hayır.! Sen cemiyetin elemisin elemi
Kolların gövdene yük, gövden hızarlık kütük
Senden daha üşütük Mahzar Osman’da yoktur
BAŞKENT’İN SAKARYA’SI-2
Can onun canan onun fakat iman bizimdir
İçip içip sızmaya gelince çağdaşız biz
Faiz, rüşvet, yolsuzluk, türlü dümen bizimdir
Başörtüye kısmaya gelince çağdaşız biz
Sıhhatin lezzetinden habersiz avanağım
Doldurmuş Sakarya’yı gene aynı Sakarya
Ruhsuzun öğürdüğü kusmuklara çanağım
Sırçasıyla çürümüş ölü beyni Sakarya
Seni.. sözde kardeşin ha yıktı, ha yıkacak
Bil ki mukaddesatın hasır altı niyette
Onun her yaptığı bir bir karşına çıkacak
Kardeşlik hesabı var elbet ebediyette
Sen.. iman kalesini teslim ettin namerde
Sen.. baktıkça vebalin yükü artıyor bak da
Belki bugün Cehennem değil, ama bu yerde
Bu yerde sen baktıkça Lut’un Kavmi ayakta
Şair.. aşk şiirleri okumaktasın halâ
Sakarya sende bayram, sen Sakarya düğünü
Sonu Allah’a varmaz bir sokaktasın halâ
Ölümün altı üstü kirli döşek ölümü
MAŞALIK MAŞASI
Baktık başa kül maşası
Gene de bol çok yaşası
Bizimki işin şakası
Bir Varol! Yaşa! Da bizden
Gülmek geldi içimizden
Başını sallasa bini
Döşünü nallasa bini
Finnara yollasa bini
Can verecek sırf bu yüzden
Övmek geldi içimizden
Zannetmişler onun düzen
En iyi o ezip bozan
Yayvan dipli kara kazan
Pek hoşnut ateşten közden
Sövmek geldi içimizden
Al huzuru ver çileyi
Sen çok seversin hileyi
Çözmek yasak bilmeceyi
Misal Sivrisinek-Saz’dan
Örnek geldi içimizden
İNSAN Kİ KAN ÇANAĞI
Düşünce; kıldan ince gerçek; kılıçtan keskin
Akmıyor, donmuş akmaz, insan denen muslukta
Yüze aldanma riya, derinden derine in
İnsan cezayı çeker tükürdüğü kusmukta
İhya, lütuf, kerem, hak, hukuk; haklıya perhiz
Ona serinlik gölge, sana mahşeri dehliz
Hesap yok diye yatın, yatın bugün de eh siz
Hesap mutlak mizanlı, imdatsız çukurlukta
Adalet Hakk kurşunu, naletse namlu nalet
Doğrusun izbe kafes, eğrisin dünya; alet
Nankörün unuttuğu “Ya Rab medet! Ya medet!”
O eğriye dalkavuk, utanç veren kılıkta
Kim midir o, kim olsun, birimizin birisi
Halâ öldü sanılan hayasızlık dirisi
Ben cüretsizde nefes almakta bir yarısı
Bir yarısı etini pazarlayan şıyyıkta
Hani! Ezan ilâhi davetti ya, duyulmaz
Hazır safta hani bir yer vardı ya, uyulmaz
Kalemler Hakk’ı yazar, kalemsizler ayılmaz
Uyku kalbte, istihza ağzındaki ıslıkta
Yarab! Nefisler ölü, nefse hâkimler ölü
Bir insan kan çanağı, iki insan kan gölü
Üç insan kum tanesi, dört insan bir kan çölü
Beş insana hayat yok, hayat yok bu pislikte
YÜZKİRİ
Kime poz yapıyorsun ey ahlâk fukarası
Sen misin kır çeşmesi? Doldur öyleyse tası
Murdar fikirler yunsun, muhtaç avuçlar içsin
Sen gudubet çeşmesi içtirmezsin içersin
El insaf, kör vicdansın, yalan mıdır ne dersin?
Dürüstler bilir seni, kötüler paha biçsin
Bardağındaki mey mi? Yetimin gözyaşıdır
Hayasızın mezesi, yetimin gözyaşıdır
Hayır darağacında, şer gölgesinden geçsin
Ruh ruhta bir azaldık, hisler sanki buzlukta
İrade yol arıyor, şaşkın düpedüzlükte
Nefsi ölü maddeci, yolu yok ki yol seçsin
İbret bir damla sudur, tek bir tanedir ibret
Bunda ne bir ölçü var, ne parmak izli senet
Kim, ne kadar isterse, hakkı, o kadar ölçsün
Yarın anne olacak kızlar diskotek süsü
Bir gençlik ki Asım’dan değil, kâbus örtüsü
Sonra gelecek nesil hangi kapıyı açsın
Yüreğimin derdidir, bileğimin zinciri
Her sokağın başına tuzak kuran yüz kiri
“Ya ilâhel Âlemin!” bu derde sen ilâçsın
TEPEDEN BAKTIN HAŞMET
Çeşni istediğinden âleme ibret çulsuz
Pekmeze biber kattı, bala sirke, suya tuz
Can yandı, ten kabardı, oldu uyuzdan uyuz
Ne aşı, ne ayranı beğenmez de mankafa,
Çanak çömleğe küser, çömlet tasa, tas rafa
..Ve kibiri sonunda eşyaları çıldırttı
Çatal suyu dişledi, bıçak havayı yırttı
Akıl fikire kırttı, fikir eli kışkırttı
Maymunu var Ceylan’ı beğenmez de mankafa
Hilkat garibesi bir, insan koştu on safa
Telefon, not bahane, sekreter beye metres
Şimdi murdar gündüzler nurlu geceye hasret
Aşk para.. ak karaya, kalın inceye metres
O devri bu devranı beğenmez de mankafa
Yorgan yatağa küser, yastık üryan çarşafa
Canı verircesine mukaddes ev silkindi
Soba işten el çekti, duman bacadan indi
Metres sekreter, beyden yedi içti giyindi
Ne düğün ne bayramı beğenmez de mankafa
Anane çağa küser, çağ çağ içi zaafa
Eldeki kemik payı, servetine ne oldu
Tepeden baktın haşmet, ele aldın kayboldu
Namus; mahçubiyetti, Günah; sabırlı yoldu
Kutsal dini İslâm’ı beğenmez de mankafa
İnanç dimağa küser, hâşa, zikri Allah’a
KIZDIM USULÜME
Dünün pişmanlığı varsa içimde
Kâh gülersem kâh ağlarsam size ne
Asımın nesline mahzar biçimde
Beni bir bütüne sarsam size ne?
Şehir; haram parmak, köy; helâl eli
Çoban; çok medeni, Âlim; zır deli
“Ekmel!” derim, seçmiyorsa ekmeli
Gövdemi ikiye yarsam size ne?
Cinnetim yetmezse bu deli başa
Dövünsem toprağa, çırpınsam taşa
Kurduğum soframı –ekmekten aşa-
Harama, ağuya karsam size ne?
Yakama yapışsa ikinci parçam
Kus! Dedikçe dökülse sahte sırçam
Çile talibiyim, taşıdığım gam
Beni üç lokmaya vursam size ne?
Ben ömrümü bir dâvâya ayırsam
Haşrolsam çileye, Hakk’ı kayırsam
Her zerremi eza ile doyursam
Her gün Sırat’ımda dursam size ne?
Dünün hesabından borçlu kalanlar
Vay.! Kalın enseli filan falanlar
Eni boyu enimle boyum kadar
Tertemiz bir Dünya kursam size ne
(*) Şairin Niyet Faslında Taşların Beyinleri
ve İki Yürek isimli şiir kitablarından