Bekir Yalçınkaya Resmi Web Sitesi
  Sincan Yıldız Kudüs Çadırı= 28 Şubat/1
 




    Sincan'dan bir görünüş (Şehitler Parkı)

SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI=28 ŞUBAT
                         1. Bölüm

  

Bekir Yıldız'ın seçim mitingi (Mart 1994)

HADİSELER DİYARI SİNCAN’A DOĞRU

  Bu uzun mevzuunun konu başlığı 28 ŞUBAT olsa da, 28 ŞUBAT’ın en önemli ayağı olan Sincan’da hadiselere ve 28 ŞUBAT sendromuna girmeden önce, daha önce Sosyal Demokrat Başkan Aziz Gürsoy’un 5 yıl nasıl idare ettiği? sorusunu sorduracak kudretteki Sincan Belediye Başkanlığı’nı 29 Mart 1994’te devralan ve adından, ileride hep RPli Başkan diye bahsedilecek POST-Modern Darbe’nin mağdur Kahramanı Bekir Yıldız, bu devirle birlikte, Sosyal Demokratlar adına ne varsa devirmeye başlayacaktı.

     Yıldız’ın ilk ve en öncelikli işi bu yönde olunca, karşı tarafındakiler, O’ ne yapsa ona karşı bir etkinlik(!) ortaya koyacaklardı. Bu etkinlikler, Yıldız’ın icraatları ve zamanla ortaya ansızın çıkan, aslına bakıldığında daha ahlâki olmasına rağmen, devlet aleyhtarlığı, kurum düşmanlığı gibi anlaşılan, Hindi-içki yasağının garnitür verdiği TEKEL, 28 Şubat faslına ta ötelerden Bayrak açma yarışını başlattığı o günlerde bilinemeyen Tokuştepe manzaraları, içinde SOL yazdığı ve Orak-Çekiç sakladığı iddia edilen Fatih Tuğra Anıtı yıkımları, SOL’un adamları(!) için yaptırılan parklara, Türk’ün ve İslâm’ın kardeşi Çeçen adı verilmeleri.. Vesaire; bütün bahane ve şahaneler toplanarak hesap katlandırıldıkça katlandırılacaktı.

  Sonrası malûm.. Bu türlü işlerin bana göre bir takım mesnetsizliğinden, ömrüne bin yıl ömür biçilen bir 28 Şubat doğacaktı.. Ama bin yıl yaşayabilecek mi? Ucu nereye dayanacak ve vebalini nasıl ödeyecekti?

   Oralara gelmeden, isterseniz söz öncesi, şu hazırlık dönemine bir bakalım..   

HADİSELER DİYARI SİNCAN’A DOĞRU

  Bu uzun mevzuunun konu başlığı 28 ŞUBAT olsa da, 28 ŞUBAT’ın en önemli ayağı olan Sincan’da hadiselere ve 28 ŞUBAT sendromuna girmeden önce, daha önce Sosyal Demokrat Başkan Aziz Gürsoy’un 5 yıl nasıl idare ettiği? sorusunu sorduracak kudretteki Sincan Belediye Başkanlığı’nı 29 Mart 1994’te devralan ve adından, ileride hep RPli Başkan diye bahsedilecek POST-Modern Darbe’nin mağdur Kahramanı Bekir Yıldız, bu devirle birlikte, Sosyal Demokratlar adına ne varsa devirmeye başlayacaktı.

   Yıldız’ın ilk ve en öncelikli işi bu yönde olunca, karşı tarafındakiler, O’ ne yapsa ona karşı bir etkinlik(!) ortaya 














koyacaklardı. Bu etkinlikler, Yıldız’ın icraatları ve zamanla ortaya ansızın çıkan, aslına bakıldığında daha ahlâki olmasına rağmen, devlet aleyhtarlığı, kurum düşmanlığı gibi anlaşılan, Hindi-içki yasağının garnitür verdiği TEKEL, 28 Şubat faslına ta ötelerden Bayrak açma yarışını başlattığı o günlerde bilinemeyen Tokuştepe manzaraları, içinde SOL yazdığı ve Orak-Çekiç sakladığı iddia edilen Fatih Tuğra Anıtı yıkımları, SOL’un adamları(!) için yaptırılan parklara, Türk’ün ve İslâm’ın kardeşi Çeçen adı verilmeleri.. Vesaire; bütün bahane ve şahaneler toplanarak hesap katlandırıldıkça katlandırılacaktı. 
Sonrası malûm.. Bu türlü işlerin bana göre bir takım mesnetsizliğinden, ömrüne bin yıl ömür biçilen bir 28 Şubat doğacaktı.. Ama bin yıl yaşayabilecek mi? Ucu nereye dayanacak ve vebalini nasıl ödeyecekti?

   Oralara gelmeden, isterseniz söz öncesi, şu hazırlık dönemine bir bakalım..       


           IŞINLI GECELERİN GELİŞİNE SEBEBLER

27 Şubat 1994 yerel seçimleri RPli belediye başkanları için de, RP için de önemli bir dönüm noktasıydı. Türkiye geneli gösterilen başarıdan belki de en büyük payı alanlardan birisi de Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'dı.. Bundan dolayıdır ki Yıldız, ilk başkanlık yılında da, devam eden yıllarda da bir çok önemli ve dikkate değer zevattan ziyaretler almış, aldıkça da başkanlığının daha çok farkına varır olmuştu. Belki, işte bu aşırı farka varış, O'nu daha çok heyecana sevketmiş, sonra da malum hadiseler yumağı içinde kördüğümle karşılaşmıştı..

   Yıldız'ın hatıralarına önem verdiği Çeçen, Türkmenistan, Azeri, Batı Trakya Türkleri gibi kardeş ülke temsilcileri bir taraftan geliyor, öte taraftan da hemşehrisi Oltan Sungurlu, İstanbul Bağcılar Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklık, Şiran Belediye Başkanı Osman Karaca, Nizam-ı Alem Ocakları Başkanı Emir Kuşdemir, Gümüşhane Belediye Başkanı Naim Ağaç, Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı D. Mehmet Doğan gibi ülke içi yetki ve etki sahibleri yenileriyle yer değiştire değiştire gelmeye devam ediyorlardı. Sincan'daki Sivil Toplum Kuruluşları veya Oda Başkanlıkları'ndan plaket alıyor, Hatta bir rüyanın üzerine üç oğula vasiyet eylenen ve merkez mezarlıkta harcanmak üzere 9 bin mark tahsil eden ilk belediye başkanı oluyor.. Doğrusu Bekir Yıldız için çok şeyler oluyor idi..

   Ta ki o meşum ana, Yıldız'ının kayıp düşeceği o Işın'lı gecelere kadar. İşte ne olduysa o gecelerin başlarında oluyor.. Günlerce kendisine inzivai bir hayatı mecbur kılan başlangıç ile bu hayatı mahpus damlarında buluşturan bitiş arasındaki o son mukadderat çizgisi; dışarıya gün, görev, hizmet ve hatta hak-hukuk ve imtiyaz vermez bir kalın duvar halini alıyor..

   Sadece kendini savunmaya mümessil, O' "ERKENCİ", göz dolduran ve en azından üç dönem üst üste başkanlık makamında kalabilici Refah Yılıdız'ı, sonunda,  Türkiye'de en büyük payı aldığı gibi, yine geriye veren bir adam olup çıkıyor..

   İşte; o uzun hikayenin, kalemimizin mürekkebini ve aklımızın iradesini dolduran isnadları, provası veya provokatörleriyle kapanmaya gidici son perdesi..


Gürsoy, Karayalçın ile    

  CHP'DEN ALTERNATİF LALE FESTİVALİ

   Sincan denince akla ilk gelen faaliyet türü Lale Festivali’dir. Sincan Belediye Başkanı olur olmaz, Sosyal Demokrat Belediyeciliğin 5 yıldır oturttuğu klişeyi değiştirmek adına proğram üstüne proğram üreten, RPli Başkan Bekir Yıldız, bir gece adamlarıyla oturacak ve bu festivali kendi ruh düzenlerine nasıl uygun hâle getirebiliriz mevzuunu tartışacaktı. Evet.. öyle olacaktı. Bu muhakkak ve istişari gelenekten şöyle bir karar çıkacaktı: “Madem Sosyal Demokrat’ların Güzellik Yarışmalı bir Lale Festivali vardı. Onu revize edecek, bizim de En iyi Kur’an Okuyan’lı bir alternatif festivalimiz olsun.. Sonra da öyle olacaktı..

 Ama böyle bir proğram bünyesinde, en iyi Kuran'ı Kerim okuyana birincilik ödülünün bulunduğu Lale Festivali, CHP İlçe Başkanı Kemal Baştimur ve O'nun gibi düşünenler için: "Sincan'ın geleneklerinin siyasi çıkarlar adına" kullanılması demekti. Onlar da düşünüyorlar ve her zeminde iddia ediyorlardı ki: "Atatürk ilke ve devrimlerine saldırmayı ilke edinen RP"nin önüne her vesile ile set çekilmeliydi.” Sadece Bekir Yıldız ile başlayan 'tilavetli' lale festivali için  bile alternatif üreten CHP'li kadrolar, 96'da başlattıkları ‘Alternatif Lale Festivali’nin 2.sinde başkanları Kemal Baştimur'un demeciyle ve özellikle festival konuşmasıyla bundan böyle daha sıkı bir muhalefetin mesajını veriyorlardı.
   Baştimur festival açılış konuşmasında diyordu ki; "Sincanlılar'ın yaşam biçimine müdahale etmeden, geleneklerini bozmadan, Laik Cumhuriyet geleneklerine katkı koyarak etkinlikler biçiminde festivalimiz sürdürülmüştür. Ancak Refah Partisi iktidara geldikten sonra.. hem sosyal demokratların izlerini silmek.."

  İzlerini silmek derken Baştimur, Bezirci, Akarsu gibi parkların yerine ve yanına-yönüne Çeçenistan, Türkmenistan ve Serdengeçtiler.. gibi parkların yapılmasının, Lale Anıtı'nın yıkılıp yerine Fatih'in Tuğrası'nın dikilmesinin, Gölet'le ilgili spekülasyonların, Sincan Spor ve Sin-Kent arası para transferlerinin gündeme taşınmasının tam anlamıyla ‘ilikleri kurutulan bir demokrat dönemi Belediye’nin mahkeme edilmesinin muhakemesini yapıyordu..


Kemal Baştimur
    
  
"Hem çağdaş cumhuriyetçi yaşam biçimi değiştirmek için.."bu cümleden de anladığımız; -Yıldız'a göre rızaya bağlı, yasak getirilmemiş- içki-hindi yasağı ve benzeri temayüllerdi.. "Lale Festivali'ni özünden saptırarak kapalı mekanlarda kendi içine ve ideolojisine dönük olarak kutlamaya başlamıştır. Özellikle Atatürk ilke ve devrimlerine saldırmayı kendisine ilke edinerek Sincan’lıların geleneklerini politik çıkarları için değiştirmeyi hedeflemiştir. Refahlı yerel yönetimin yanlış uygulamaları neticesinde geleneksel Sincan Lale Festivalleri'ni özüne uygun olarak ikinci kez gerçekleştirdik. CHP olarak Laikliğe ve Cumhuriyet'e saldırı amacı taşıyan her etkinliğe alternatif cevaplar ve eylemler yapacağız."

   Altını kalın çizgilerle çizmeye ve manâsını düşünmeye çok gayret gösterdiğim bu cümle; sanki bir süre önce, çok biraz da Yıldız ve ekibinin zaafiyetine matuf meydana gelen Kreş ve Kudüs'ü işaret etmesi, hem de CHP adına gayret kolaylığı sağlaması açısından çok dikkate alınması gereken bir cümle idi..

   Zira, bir tarafında İlçe Kaymakamı Ali Gün'ün, diğer zıt tarafında, bu itham edilen zihniyetin yerel idaredeki temsilcisi Bekir Yıldız'ın içine çekilip, bir süre cebelleşme olarak devam eden 'Vedat Dalokay Kreşinde Bir Ayşe Tokuştepe' romanının adını işte, şöyle, bu CHP kadrosu koyacaktı:

"ŞERİAT PROVASI..!"

    Yunus Göleti'nin mali portresine basında ve yerel TV KTV'de makul gerekçeler göstermeye çalışan, Gürsoy'un yanında yer alan CHP'liler adına Baştimur, " Refahlı yönetim, yerel yönetime geldikten sonra 70 milyar harcanan bu yatırımı harabeye çevirmiştir. Yine bu yerel yönetim döneminde Türk Bayrağı'na, Atatürk ve Cumhuriyeti'ne küfür edilmiş, Cihad çağrısı yapılmıştır. Ancak, CHP; kökten dincilerin her eylemini anında haber vermiş, Atatürk ilke ve devrimlerinin koruyucusu olmuştur" diyebiliyordu.

   RP'li kadroların önce kreş, sonra da Kudüs hadisesiyle verdikleri kozu çok iyi kullanan CHP misyonu "hesap sorucu" niteliği ve ifadesiyle gelip yerel idarede ahkâm kesenlerin, -Acar'a karşı kendi başkanları dahil- boşa kürek salladığının anlaşılmasını sağlıyordu adeta.. da CHP: kökten dincilerin her eylemini anında nereye haber veriyordu acaba?

 BATI'DAN EŞEK GETİRSELER

  Esasen Alternatif Lale Şöleni CHP Sincan İlçe Teşkilatı tarafından ilk defa Belediye Başkanı Bekir Yıldız'a karşı düzenlenmiş bir şölen değildir. Bu geleneği başlatan bizzat Bekir Yıldız'ın da içinde bulunduğu RP Camiası'dır.

   1993 yılının Mayıs başlarında RP Sincan İlçesi tarafından Özekici Düğün Salonu'nda bir Lale Şöleni düzenlenmektedir. O günün ilçe Başkanı Nabi Yener, Teşkilatlanma Başkanı da Bekir Yıldız'dır. Eski ifade "misafir"in yerini alan "konuk"lara baktığımızda en göze batıcı ve çarpıcı isim Şevki Yılmaz başta olmak üzere RP Tokat Milletvekili Ahmet Fevzi İnceöz, Sanatçı Ahmet Tunç ve Emin Özer vardır. RP'nin siyaseten gün gün teveccüh kazandığı yıllardan olan 1993'ün Mayıs'ı bilhassa verilecek mesajlar açısından hareketli bir günü ağırlamaktadır.

   Lale Şöleni'nin açılış konuşmasına; "kısa süre önce, (17 Nisan 1993'te) ülkemize başbakanlığı öncesi, başbakanlığında ve cumhurbaşkanı iken büyük hizmetler veren Turgut Özal'ın ve gelmiş geçmiş bütün insanlarımızın ruhuna fatiha.." ile başlayan Bekir Yıldız, yeni yeni ısınmakta olduğu siyasi arenayı o gün Necip Fazıl'dan ve İstiklal Marşı şiirleriyle süsleyerek: "acıyalım, çünkü imanın bu en zayıfıdır" demiş ve konuyu "zulmün bayraklaştığı Bosna" ile bağlamıştı.

   İlçe Başkanı Nabi Yener ise; "biz bu şöleni bu imajı yıkmak için düzenledik. Birlik ve beraberliği sağlamayı amaçladık" dedikten sonra, "dünyanın dinlediği Şevki Yılmaz Hoca"yı halka takdim etmişti.

  Emin Özer ve Ahmet Fevzi İnceöz'ün de birer konuşma yaptığı o gün, Sincan'da bir Şevki Hoca rüzgârı esecekti. Şevki Yılmaz, "sizde mi Lale yetiştirdik diyorsunuz" dercesine Hollanda'nın yılda 28 milyarlık lale gelirine kısaca değindikten sonra, hemen meselesine; "Müslüman kardeşin, kardeşinin etini yiyerek cepheye gittiği bir zamanda, bizdeki bu siyasilerin şerefsizliğine" giriş yapmıştı.

  Bir kere, Şevki Hoca celâllenmiş, hiddetlenmiş, alnından fışkıran terlere ve onu sık sık silen siyasi yakınlarına aldırmadan kendi tarifiyle "şerefsizler"e(!) yüklenmişti..

   Diyordu ki: "Güneş Taner denen adamın köpeğinin Edirne Köpek Dinlenme Tesisleri'ndeki aylık masrafı 9.5 milyoncukmuş. Türkiye'nin şerefsiz Mason Başbakanı Ermeni Gavuru'na buğday veriyorsa bu ülkenin başı musibetten kurtulmaz. Şu milletin evlatlarını gazete sütunları, eğitim bozukluğu, ahlaksız siyaset ve ayyuka çıkan yolsuzluklar ruhsuz hale getirdi. Allah'a secde etmek görevi olan ruh öldürüldü."

   Şevki Hoca coştukça coşuyordu. Bu coşkudan sosyete de nasibini alıyordu. Sosyete Fransızca ne demekti? "Ortakkkk!.."

   Cimbom'a getirilen Hoca'yı işaretle; "Batı'dan Eşek getirseler Kral yapacaklar” diyor, O'nun İstanbul'daki sporseverlerce karşılanışını: "tezahüratlarla karşılandı, omuzlara alındı. Yani Eşek krallar gibi karşılandı" şeklinde yorumladı. Sözü; "içkinin beyinlere, fuhşun aileye, laikliğin de din ile devletin arasına girerek tahribatta bulunduğu"na getirip, mevcut partileri de Hayvanlar Kulübü'ne benzetmişti. Ne demişti? "At, İnek, Arı, Kurt partileri. Arı soktu, anamızı ağlattı. (Yılıdz Özal'a Fatiha okusa da Şevki Hoca buydu) "Arı soktu anamızı ağlattı, babaya koştuk.. baba! Babamız, O' da Beygir. On yıldır bizi tepiyooo.."

   Köpekler Kampı'ndan girip Hayvanlar Kulübü'ne varan Şevki Hoca, o gün Domates tohumunu da bakın nasıl araştırmıştı: "Domates bugün niye pahalı bu kadar, biliyor musunuz?  Sebebini araştırdım, tohumu İsrail'den geliyor. Demirel, benim köylümün değil de Yakob köylünün babasıymış.." Şevki Hoca böylece ne demek istemişti? "Demirel'e baba diyenler Yahudi'dir. Ben ve biz değil.." demek istemişti.

   O günkü hava kirliliğine sebeb olarak Şevki Hoca Yahudiler'i göstermişti. Haksız da değildi. "Yahudi ve benzeri milletlerle mücadele için de Dar-ül İslam ve Dar-ül Harb yerine Dar-ül İrtidat gerekir" diyen Şevki Hoca, bir yıl sonra, Hasan Hüseyin Ceylan'ın da işaret parmağıyla göstererk; "buraya Mürted diyorlar. Nedir Mürted? Dinden dönme, Kâfir demektir. Biz burasının adını Akıncı Ovası olarak değiştireceğiz" mealini verdiği o günün "MÜRTED"i için de şöyle diyordu: "Dinden dönen devlet iledir mücadele. Şuna bakın.. Havaalanının adı.. şurada.. Mürted, yani dinden dönen havaalanı.. Nereden nereye gelmişiz, görüyor musunuz?"

   Yine Şevki Hoca haksız sayılmazdı. Şayet Mürted kelimesi Türkçe sözlükte "dinden dönmeyi ve kafirliği" veriyor idiyse, niçin ve kimler tarafından bu isim, oraya layık görülmüş ve ta RP Camiası'na kadar da önemli bir tepki almamıştı. Hayrett..!

   Şevki Hoca "zira" diyordu; "30 yıllık öğretmen Suna ip atla, Ali yat yat uyu uyu öğretiyor. Ya 60 sayfalık kitabı ezbere biliyor mu? Ama 6 yaşındaki çocuk Çin'i, Japon'u, Çerkez'i, Laz'ı 6666 ayeti ezbere biliyor. Dünya neyi bulursa bulsun, böyle bir nizam altında ezilmeye mahkumdur." mu? Nerdeee.. Bakılsa ya İsrail'e, Filistin'i kevgire çevirmedi mi bugün.. Ya Irak? Müslüman kardeşin kardeşinin etini yiyerek, ama neyin mücadelesini verdiğinin farkında olmadan ABD küstahına esir olmadı mı? Bu aleme, adil nizam ne yazık ki bir türlü, Osmanlı'dan sonra gelmedi ve Dünya adaletini; Nizam-ı Alem yerine Vahşet-i Alemi, ABD ile AB denen Haçlı İttifakı'nın eline vererek kin ve zulüme devretti..

   "1897'de temeli atılan Büyük İsrail hedefinin içinde, 1997'de Beytullah'ın işgali ve Peygamberimiz'in naaşını Salib'e teslimi yatıyor" diyen Şevki Hoca'nın şu sözüne hak vermemek mümkün mü? "Biz hala Erol Taş rolü oynasak da, buna, Allah'ın koruduğu bu mübarek yere kimse ulaşamaz..” Acaba, Avrupalı'yla Türk ve Müslüman insanının meydana getirdiği inanç ve düşünce ayrılığı, teşekkül ettirilen cemiyetler vasıtasıyla mümkün mertebe ortadan kalktı mı?

    İleride Şevki Yılmaz'ın röportajlarına baktığımızda da bu ima'nın reel şekle dönüştüğünü görüyoruz..

 

ŞEYHÜLİSLÂM ALİ YÜKSEL VE SONRASI

 Bu ifadeyi Ağustos 1993’te Hedef Ankara Gazetemizi ziyaret eden Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Gene Sekreteri Ali Yüksel kullanmıştı. Ali Yüksel her ne kadar hem Milli Görüş’ün Genel Sekreteri, hem de Avrupa’daki Müslüman Türkler’in Şeyhülislam’ı sıfatıyla böyle dese de, AB’nin ruh hâlinden İslâm Dünyası’na nasıl şerren bakıldığını görüyoruz. O gelişinden Ali Yüksel demişti ki; “Bugün Şeyhülislâmlık görevini yürüttüğüm İslâm Konseyi sayesinde Avrupa’da büyük bir birlik sağladık. Avrupa ve özellikle Alman Devleti nazarında etkili bir konumumuz var. Bu duruma gelmek kolay olmadı. Kendi kimliklerini muhafaza eden insanlarımız, camiler yaptırarak, bazı yerleri de camiye dönüştürerek İslâmi gelişmeye faydalar sağladılar. Cemiyetlerimiz ise bir araya gelirken birliğin gücünün idrakinde oldular. Dini, milli ve kültürel çalışmalarıyla yardım konusundan çözümü gerektiren meselelere kadar, hemen her konudaki etkinliğimizle Diyanet İşleri kadar, hattâ daha çok tesir sahamız ve ilgilendiğimiz insanlarımız var..”

   İşte bu iki farklı karekter ve düşüncedeki insanın görüşleri.. Görüşmenin merkezinde ise siyasi ve gazeteci Bekir Yıldız var. O Bekir Yıldız ki, dev gibi dalgalı bir denizde cankurtaransız, filikasız, kısacası tedbirsiz yol katetmeyen temkinli, tefekkürlü, heyecanına hâkim ve iştahlı bir adam..

  Sonra, bir yıl bile geçmeden kaderi birdenbire istediği istikâmette değişen, ama kendisine hâkim olmakta zorlanan biri olup çıkıyor..

   O’nda benim anlayamadığım iki şey var. Birincisi kendi izahatı, kendisinin kurban seçilmesi. Ki bu konuya Öze Çağrı’nın 10 Nisan 2005 tarih ve 57 sayılı nüshasında meslekdaşlarımız Mustafa Boşdurmaz ve Seçil Keskin vasıtasıyla açıklık getiriyor.

  İkincisi, bana KTV Genel Yayın Yönetmenliğim sırasında ”ben yakamı kaptırdım, artık iflah olmam” ifadesi. Ki “bunun ne anlama geldiğini açıkla” falan desek de, Yıldız gerekçeli bir açıklama yapmamıştı. “Öyleyse..” diyerek kapattığımız meselenin üzerinden tam 7 ay geçecek ve Yıldız, gerçekten kurban seçilecekti. Ama nasıl..halâ bazılarına göre, konu müphemliğini koruyor bence..

   Hemen bu arada şu tesbit: Şeyhülislam Ali Yüksel, RP’nin dinamik siyasilerinden Hasan Hüseyin Ceylan, Milli Görüş Camiası’nın avuç patlatırcasına alkışladığı hatip Şevki Yılmaz ve de Bekir Yıldız, Acaba28 Şubat 1997’den çok çok öncelere dayanan hâl, hareket ve lisanları itibariyle Laik Demokratik Cumhuriyet eleğinde ne kadar elenmeye tâbi tutuldular dersiniz? Ali Yüksel’in hiçbir zaman Şeyhülislamlık lafzı hiçbir basında geçmezken, Bekir Yıldız ani bir çıkışla Türkiye gündemine oturuverdi. Hasan Hüseyin Ceylan, Şevki Yılmaz, İbrahim Halil Çelik, Şükrü Karatepe ve Hasan Mezarcı gibi dili sivri RPli ekabirlerin ise geçmişleri didik didik edilerek,Yılmaz’ın ifadesiyle “geçmişlerinin beyan sayfaları manipleye uğratılarak” dedikleri ve diyecekleri burunlarından getirildi.

  Yukarıdaki birkaç hususu arşivimden gün yüzüne çıkarırken, bu kesimin tıpkı SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI gibi bir takibata tâbi tutuldukları kanaatı hâsıl oldu bende.. 

 

EVET.. GÜRSOY DA YARGILANIR

   Bekir Yıldız’ın yerel idareyi ele aldığı ilk günlerde..

SHP'nin bir basın toplantısında İlçe Başkanı Kemal Baştimur: "Tansalar aracılığıyla 183 işciyi işe alan belediye, encümen kararı ile 11 işciyi işe başlatmıştır. Madem işci eksiği vardı, eski işcileri neden çıkarttılar" dese de..

 502 işci, Çalışma Bakanlığı'nın işciler lehine görüş bildirmesine rağmen, bu insanların ekmeğiyle oynanmış, sokağa atılmış, kaderiyle baş başa bırakılmış" diye tarihi tekerrürden bahsetse de..

 "Sincan Belediye Başkanı 73 memuru sokağa atarak toplu memur kıyımı gerçekleştirmiştir" deyip, kendi dönemlerinde intihar bile edenleri,  işsiz-güçsüz bırakılanların neler çektiklerini unutmuş olsa da, Yıldız'ın asla unutmayacağı bir şey vardı. O da Aziz Gürsoy'un 500 milyarı.. Nereden alınıp nereye verildiğini, bir okul öğretmeninin kara tahtaya çizdiği şema gibi şemalar çizerek bu yolsuzluğu, iddiası üzerine anlatacak, anlatacaktı..
Yıldız'ın iddialarına göre;

-Aziz Gürsoy, belediyenin 500 milyar lirasını uyduruk sözleşmelerle gasbetmişti.

-Bir milyar lira sermaye ile kurulan Sin-Kent'in Sincan Spor'a 50 milyar lira reklâm parasını nasıl verdiğinin hesabı sorulmalıydı. Bu bir ihanetti zira..

-Türkiye'de 1. Lig'de mücadele eden Gençlerbirliği'nin bile bir yıllık reklam geliri 800 milyon lira iken, nasıl olurdu da 2. lig takımı (ki 3. lige düşmüştü) 50 milyar lira reklâm alabilirdi. Bu, resmen belediyenin soyulmasıydı. Halbuki Sincan Belediyesi'nin kesilen telefonları için 1 milyar 400 milyona bile şiddetle ihtiyacı vardı. Bu borç ayrıca Gürsoy döneminden kalma bir borçtu. Hem 50 milyar reklâm parası alacaksın, hem de 1 milyar 400'ü ödemeyip telefonları kestirteceksin. Olacak şey değildi. Zira bu kadar para, oradan nasıl gelmiş, nereye nasıl gitmişti? Yıldız bu hesabın peşindeydi.

   Bu itibarla da belediyenin uyduruk sözleşmelerle gasbedilen 50 milyar lirasının hesabını hem eski başkan Aziz Gürsoy'u, hem de dönemin Sin-Kent Müdürü Bülent Erdoğan'ı mahkemeye vererek sordurtacaktı.

   Yıldız'a göre, yine bu rakamla TRT'de bir yıl boyunca reklâm yapma imkânı vardı. Öyleyse sonuç; bu para reklâm adıyla sırf belli kesimlere çıkar sağlamak için "Sin-Kent'ten Sincan Spor'a transfer" edilmişti. Pek tabii Yıldız'ın iddiaları bu kadarla kalmamış, konuyu sık sık basın organlarında dile getirmişti. Bu beyanatlar ise günden güne Belediye eski Başkanı Aziz Gürsoy'a zûl gelecekti. Bu iddialara cevap vermesi gerekecek, kendini aklama gayretine düşmesi kaçınılmaz olacaktı.

   Nihayet, bir gün Yıldız ve Gürsoy karşı karşıya gelmiş ve o tarihi proğramı gerçekleştirmişlerdi. 

   FUTBOLCULARI GÖRDÜ TABANLARI YAĞLADI

Tarih: 1.Temmuz.1995.

Saat: 21.10

Ve Yer: KTV canlı yayın odası

   Stüdyoda Bekir Yıldız ile Gürsoy bir program hazırlığı içindeler. Yıldız'ın rahatlığı karşısında Gürsoy, biraz asık suratlı ve gergin.

   Yıldız'ın maiyeti yanında, ama Gürsoy'un birkaç adamı Kartal Sokak'ta bekleşmekte. Bu program öyle hafife alınacak cinsten de değil. Zira aylardır Yıldız bir iddiasını yineleyip duruyor, Gürsoy'un bu iddiaya 5.yıldan bir günü kurtarmak adına cevap verme mecburiyeti var. Hele bir de konu mahkemelere Yıldız tarafından intikal ettirilmiş ise, mecburiyet bir kat daha artmıştır.

  Gürsoy, adeta alelade bir hazırlıkcı. Yıldız ise tam temkinli. O itibarla stüdyonun bir kenarına "kara tahtası"nı kurduruyor. Hazırlıklar tamamlanıp programa geçileceği sırada, stüdyoyu programcım (siyasi form) Oya Durdu ile Aziz Gürsoy ve Bekir Yıldız'a terk ediyor, Genel Yayın Yönetmeni odama dönüyorum.

   Ve odamda izin vermediğim iki genci oturur buluyorum. "Siz kimsiniz, burada ne işiniz var?" diye soruyorum. "Biz Yıldız'ın programı için gelen futbolcularız. Ben Barbaros, ben de Hayrettin. "Barbaros ve Hayrettin birer Gürsoy mağduru sporcular olduklarını, Gürsoy'un inkârı karşısında gerçeği KTV stüdyolarından halka duyuracaklarını ifade edince ‘makam yasakçılığı’mı lüzumsuz buluyor ve gençlerle uzun uzadıya meseleyi konuşuyorum ve beklenen an geliyor, program başlıyor.

  Programın başlarında önce ısınma turları atılıyor. Sonra malûm olduğu üzere taraflar sertleşiyor. Programı yürüten Oya Durdu; Yıldız ile Gürsoy'un şiddetli münakaşalarında zaman zaman zor anlar yaşıyor. Yayın odasına bağlı ‘kontrol televizyonum’ bana zevkli bir program izlettiriyor. Sporcular da, ben de zaman zaman neticeyi merak ediyoruz.

Derken köşeye sıkıştığının farkına varan Gürsoy, "böyle seviyesiz bir programda daha fazla kalamam" gerekçesiyle stüdyoyu, yani bir anlamda canlı yayını terk ediyor. İzleyenler de sanırım bizim gibi hayretkâr ve de duruma gülmekteler. Sonra Yıldız'la durumu muhakeme ediyoruz. O esnada Kartal Sokak'ta SHP ve RP'liler arasında bir gerginlik yaşanıyor. Acaba Gürsoy bu durumda gitmeli mi, stüdyoya geri dönmeli mi. Yani  kaçmalı mı, ya da, zorlansa da, kendini savunmaya devam mı etmeli.

   Gitmiyor ve stüdyoya geri dönüyor. Ve programa, biraz daha makul çerçeveye alınmış zehabıyla devam ediliyor. Netice, ne peki? Bence bir hiç gibi. Buna rağmen köşe yazılarıma devam ettiğim Gerçek Haber'in sahibi dostum Ömer Uzun ile konuyu basına bakınız nasıl intikal ettiriyoruz;


KTV Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya
       
 
"Gürsoy'un KTV yi terkedişinin 
             perde arkası.

FUTBOLCULARI GÖRDÜ 
TABANLARI YAĞLADI

   *Sincan'ın ilk televizyonu olan KTV, Belediye eski Başkanı Aziz Gürsoy ile 1.5 yıllık belediye başkanı Bekir Yıldız'ı karşı karşıya getirirken, ilk proğram konuların görüşülmesine yetmeyince ikinci proğram için bir hafta sonraya randevu alınmıştı.

   *İkinci proğrama da hazırlıklı ve elinde kabarık bir dosya ile gelen Yıldız, Gürsoy'u sorduğu sorularla köşeye sıkıştırdı. Bu arada Gürsoy, Yıldız'ın diploma konusu görüşülürken proğramı terk etti.

   *Basında üstü kapalı geçiştirilen bu olayın perde arkasını araştıran gazetemiz GERÇEK HABER, KTV'nin başarılı Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya'ya olayı sordu. Yalçınkaya, Barbaros ve Hayrettin isimli eski futbolcuların Yıldız'ın iddialarını doğrulamak için proğrama çıkmak istediklerini, bunları gören Gürsoy'un ise proğramı terk ettiğini söyledi.

   *Bilindiği gibi Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Barbaros ve Hayrettin isimli eski futbolculara Gürsoy'un 30 milyon TL. ödediğini, buna mukabil ise 1.5 milyara imza attırıldığını iddia etmişti.

   *KTV Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya, böyle bir proğramın, bölgemiz ve televizyonculuk açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak "bir gazete proğramı 'rezalet!' diye manşetten vermiş ve KTV'nin isminden dahi bahsetme gereğini duymamıştır. Olayın perde arkasını araştırmamış ve kulaktan dolma yazılar yazmıştır. Aziz Gürsoy'un stüdyoyu terkedişi sadece ve sadece iki futbolcuyu görmesiyle ilgilidir" dedi.

   *Doğrulardan yana olduklarını belirten Yalçınkaya, "herkes sizin gibi araştırsa gerçekler daha çabuk ortaya çıkar" şeklinde konuştu."

   O malûm gazete o gün için "rezalet" demiş ve ben buna hazımsızlık göstermiştim. Aslında konu her haliyle bu ifadeye uygun bir biçimde halledilmeye çalışılmıştı. Benim kafa yorduğum husus KTV'nin "bahsedersem adı reklam olur" mantığıyla "bir yerel televizyon" bilinmezliğine sürüklenmek istenilmesiydi.

 Halbuki KTV o dönemde bölgenin en etkili ve ilk televizyonuydu.



     Sincan'ın ilk yerel televizyonu KTV ekibim ile TV Stüdyosunda

 
  Bugün 43 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol